Gez Dünyayı gör Konyayı…
Selçuklu başkenti KONYA (3)
M.Yavuz ÇOLAK
Vet. Sağ. Tek

Bugün, tarih sahnesinde bin yıla merdiven dayamış Anadolu Selçuklularının kültür mirasının sahipleriyiz. Anadolu’yu donattıkları eserlerinin pek çoğu yıkılıp yok olmasına rağmen, hala ayakta olan ve asırlara meydan okuyan Selçuk Abideleri; Evliya Çelebi’nin deyimiyle “gözleri ve gönülleri avlamaya” devam ediyor. Payitaht olması hasebiyle eşsiz eserler meydana getirdikleri Konya’mızda Atalarımızdan kalan, her biri 750-800 yaşındaki camii, medrese ve külliyeler, yıkılan, yok olmuş köşk ve kaleleri hakkında sayfalar dolusu bilgi ve belgelerle dolu İ.Hakkı Konyalı’nın “Konya Tarihi” inden ilginizi çekecek ve akılda kalacak bölümler aktarmaya gayret edeceğiz. Sayısız ilim-irfan yuvaları, dini eserler, kervansaraylar ve şifahaneler meydana getiren Atalarımızın yaptıklarının sadece adını yazsam benim sayfam yetmez diyebileceğim kadar çok iz bırakanların mirasına lâyıkıyla sahip çıkarak ruhlarını şad edebilsek ne mutlu bize... Konya’mızı ziyaret eden yerli-yabancı milyonların ilk uğrak yeri Mevlâna Hazretleri’nin müze haline getirilmiş Külliyesinin yerinde, babası Ulemalar Sultanı Baha-ed-din Veled’in ölümüyle Yeşil Türbe’nin ilk nüvesinin atıldığı Alâ-ed-din Keykubad döneminden günümüze kadar Külliyenin kateddiği merhaleleri yazmaya sayfalar yetmez. İleriki sayılarımızda tek başına ayrı bir başlık altında okurlarımıza sunabiliriz umarım. Kısaca bahsedilecek bir eser değil çünkü. şimdi konumuza, müellifimiz İ.Hakkı Konyalı’nın Alâ-ed-din Köşkü başlığı altında eserinde yer alan ilginç ama düşündüren bir bölümle girmek istiyorum: “Eski eserler bakımından Konya’nın maküs bir talihi vardır. Payitaht, başşehir yapılışı Konya için felâket olmuştur.Siyasi hakimiyet nevbeti bir Türk kolundan başka bir Türk Oruğuna geçerken iktidar mevkiine gelen ikinci siyasi teşekkül kendisinden evvelki hükümdarların, siyasi teşekküllerin yaptıkları medeni eserleri kıskandıkları için ya yakıp yıkmışlar, yahut ihmalin yıkıcı tırnaklarına terk etmişlerdir. Karaman Oğulları Selçuk siyasetine ve Selçuk Eserlerine düşman idiler. Osmanlılar, Karaman Oğulları’nın ve Selçuklular’ın Konya’sına tehlikeli bir düşman gözüyle baktıkları için eserlerini yıktılar. Yıkamadıklarını yüzüstü bıraktılar. Cumhuriyet ise birer Türk Devleti olan bütün bu siyasi teşekküllerin bıraktıkları tarih yadigârlarını ayrılık-gayrılık gütmeden öz evladı gibi göğsüne bastı, himaye kanadını hepsinin üstüne açtı.Bunları onarmaya kurtarmaya çalışıyor...

” M.ö.çok eski devirler bir yana, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve Osmanlılar dönemlerinden Cumhuriyet dönemine tarih süzgecinden süzülüp gelen Anadolu’nun bu yaşlı çınarında yaşamak herkes için nasıl bir duygudur bilemiyorum ama benim için çok ayrıcalıklı gerçekten. Farkında olarak yaşadığım , şerefle kimliğini taşıdığım Vatanım’ın müstesna bir köşesi... Selçuklu Dönemine ışık tutması açısından 1800’lü yılların ortalarına kadar ayakta kalan fakat bugün hiç bir iz kalmamış Konya Kalesi ile ilgili başlık altında verilen bilgilerden çıkardığım özetle başlayarak Alâ-ed-din Camii ve Köşkü, Sahip-Ata, İnce Minare ve Karatay Medreseleri’nden Selçuklu Eserleri’ne örnek teşkil eden bu Abidelerden bahsederek yazımı bitirmeye çalışacağım. Konya’nın madalyonu gibi tam ortasında yer alan ve şehrimizle adı bir anılan Alâeddin Tepesi’nin eski devirlerde etrafı surla çevriliymiş. Selçuklu’ların eline geçtikten sonra, Sultan Alâ-ed-din Keykubad döneminde 1221 yılında bitirilen Dış Kale’den sonra burası İç Kale olarak kalmıştır. Tepenin etrafını kuşatan bu İç Kale’yi ilk Romalılar’ın yaptıkları, Bizanslılar’ın da güçlendirdikleri; Selçuklular döneminde de II.Kılıç-Arslan tarafından tamir edilerek,tepenin kuzeyindeki surlar üzerine de 1173 yılında Alâeddin Köşkü adıyla anılan Selçuklu Sarayı yapılmış. Bir zelzelede bu saray ve kale surlarının yıkıldığı ve yerine tekrar neredeyse sıfırdan yapılandırılarak yine Keykubad tarafından tamamlandığı için Köşk ve Tepe birçok eserde olduğu gibi “Alâeddin” adıyla anılmaya başlanmıştır. Düz bir alanda yer alan Konya’nın her devirde savunulması, güçlü ordulara ve akınlara direnmesini güçleştirdiği için, böyle durumlarda hep çareler arayan Konyalılar’ın sığınacağı bir yer olarak İçkalenin yetersiz kaldığı görülmüş ve şehrin batısındaki dağlarda; meşhur Takkeli Dağ’ın zirvesine doğal yapısından da faydalanılarak ünlü Kevele Kalesi inşa edilmiş.Anadolu’nun en ünlü ve müstahkem kalesi olan Kevele’nin de tarihi taa Frikyalılara dayandığı, Romalılar’ın burayı devrin icaplarına göre büyüttükleri, Selçuklular ve Karaman Oğulları’nında bazı ilavelerle tahkim ettiklerini kaydeden yazarımız, eskiden hanedan ve Konya Halkı’nın hazinelerini buraya taşıyarak kendilerini taş ve kesekle bile müdafaa edebildiklerini ifade ediyor. Okuduğum başka bir kaynakta Kevele adının “Rum’un Kilidi” manasına kullanıldığını öğrenmiştim. Eskiden Kevele Kalesi’ne hakim olanın Konya’ya da hakim olduğu ifade ediliyordu. Fatih Sultan Mehmet Konya’yı ve Karaman’ı Osmanlı topraklarına kattığı 1467 yılında, önce güçlü ordularla Kevele’yi kuşattığı ve Bizans surlarını yıkan çok güçlü topları burada da kullanarak bu ünlü kalenin surlarını yerle bir ettiği kaydediliyor. Konya’nın Kevele ve İçkalesi dışında günümüzde Zindankale adıyla anılan semtinde aynı adı taşıyan ikinci bir İçkalenin varlığından söz edilmektedir. Karaman Oğlu tarafından yıkılan bu içkaleye Türkler tarihte Ehmedek diyorlardı. Fatih Kevele’yi yıktıktan sonra bu Ehmedek’i tekrar yaparak tahkim etmiş ve eskisinden daha güçlü ve görkemli bir hale getirmiş.ceza alan suçluların atıldığı zindanlar bu kaledeymiş. Konya Kalesi adıyla ünlü esas Selçuklu Kalesi’ne gelince; şehrin dış kalesi olarak yapılan, birçok tarihçi ve Evliya Çelebi’nin tarifine göre 10 bin germe adım gelen surlar Sultan Alâ-ed-din Keykubad tarafından 1221 yılında tamamlanmış. Devlet yönetiminde eşsiz bir deha olduğu tartışılmaz bir hükümdar olan Keykubad’ın döneminde; Başkent Konya, siyasi ve iktisadi durumu itibariyle ticaretin merkezi olmuş, zenginliğin zirveye vurmasıyla devlet büyükleri ve askeri erkân Karun gibi zengin olmuştu. Bu zenginliğin ve refahın devlet adamlarını gevşetmesinden, sefahatın böyle zamanlarda büyük bir tehlike olacağından çekiniyordu. Doğudan yaklaşan Moğol tehlikesini de görerek beylerin, emirlerin ve halkın enerjisini tazeleyecek yeni hedefler koyması gerektiğine inanıyordu. Halkının içinde güvenle barınacağı kaleler yapmayı planlıyordu. Uygulamaya koyduğu varlık vergisiyle zengin devlet adamları arasında hamiyyet yarışına dönen bir zemin yaratarak, toplanan servetlerle Konya, Sivas ve Alanya (Alâiyye) şehirlerini sağlam ve kuvvetli Kalelerle süsledi. Bitirilen Konya’nın Dış Kale Surlarına servetini ve mesaisini harcayan Emirleri’n isimlerini taş kitabeler üzerine altınla nakşettirmelerini emrederek eserlerinin payidar kalmasını sağlamıştır. Konya Surları yapılırken Selçuk Emirleri ve zenginleri öylesine yarışmışlar ki, kale burçları ve bedenlerini süslemek için civardaki tarihi eserlerden kıymetli taşlar ve sütunlar bulmak için müthiş bir rekabete girerek Konya Kalesi’ni aynı zamanda zengin bir sanat müzesi haline de getirmişlerdir. Dört ana ve sekiz tali girişi olmak üzere 12 giriş kapısı olan bu muhteşem tarihi surlar görevini ve devrini tamamladıktan sonra tarihin acımasız kıskacında yok olmaktan kurtulamamış. Bugün birçok şehrimizde dimdik ayakta duran kaleler görünce sevinirken,izlerinden bile eser kalmayan Konya Kaleleri için yüreğimiz sızlamazmı acaba!? Harap ve bitkin kalenin son kalıntıları da bir dönem taş ocağı haline getirilerek sökülen taşlarıyla konaklar, hanaylar ve resmi binalar yapılmış. Tarihi Vilayet Binamızın da bu taşlardan yapıldığını İ.Hakkı Konyalı eserinde kaydetmiştir...

Selçuklular bunlardan başka ünlü camiler,medreseler, hastane ve külliyelerle Başşehrin imarına son derece önem vermişler. Alâeddin Tepesinin kuzeyinde sadece bir duvar kalıntısıyla günümüze ulaşabilen, üstü beton bir kümbetle muhafaza edilen Alâeddin Köşkü adıyla anılan Sarayları; bu Sarayın hemen yanıbaşına bugün hala ayakta olan ve ibadete açık Alâeddin Camii’ni ve Türbeleri’ni yapmışlar. Mimari tarzlarıyla, çini eserlerde, ağaç oymacılığında, nakkaşlıkta, taş ve mermere şekil vermede sanatın zirvelerine çıkılan bu eserler; Selçuklu’nun Konyamız’a kutsal emanetleridir dersek yeridir herhalde. I.Keykavüs zamanında başlanarak Keykubad tarafından 1220 yılında tamamlanan Alâeddin Camii; muhtelif devirleri ihtiva eden mimari tarzı, değişik dönemlerde yapılan tadil, tevzi ve ilavelerle hemen her devrin özelliğini yansıtan bir mimari koleksiyon gibidir. Çini mihrabının yanında,paha biçilemeyen Abonoz Minberi Türk oymacılığının ve ağaç işlemeciliğinin erişilmesi mümkün olmayan bir örneği olduğu kaydedilmektedir. Bu minberin bir özelliği de Alâeddin Camii’nin yapımından 65 yıl önce Ahlat’lı Hacı Mengi Birti adında bir sanatkârın elinden çıkmış. Demekki I.Mesud zamanına kadar uzanan bir hikayesi var. Alâeddin Camii ile bütünleşmiş, içinde Selçuklu Sultanları’nın Sandukalarının yer aldığı Türbeler de yine ayakta olan, tamir ve restorasyonlarla yaşatılan eserlerimizdir. Sultan Alâ-ed-din Selçuk Sarayı ve teferruatı ile Camii’n damlarına kışın yağan karların kürünüp temizlenmesi için bile 30 tane Hristiyan azadlı kölesini tayin etmiş.Bunların her türlü vergi ve tekaliften muaf tutuldukları, bağış ve sadakalarla kendilerine ait Kiliseleri de ayakta tutulmuştur. Selçuklular’ın ünlü Devlet Adamı ve Vezirleri’nden olan Sahip-Ata Fahr-ed-din Ali’nin yaptırdığı kendi adıyla anılan Camii, Türbe ve Hanikah’tan oluşan Külliyesi ve yine şehrimizin şaheserlerinden İnce Minare Medresesi de bugün ayakta kalan bölümleriyle tarihe meydan okumaya devam eden eserlerimizdir. Çok zengin ve hayırsever bir devlet adamı olan Sahip-Ata; bu toprakların Türklüğünü gelecek nesillere haykıracak olan ilim-irfan ve din müesseseleri meydana getirmek istemiş ve yetiştirdikten sonra hürriyetini verip azad ettiği kölesi Mimar Külük’e 1258 yılında kendi adıyla anılan Külliyesini ve ardından İnce Minare Medresesi’ni inşa ettirmiştir. Larende Caddesi üzerindeki tac kapısı ve minaresi ayakta ayakta olan, taş ve sırlı tuğlanın bütünleştirildiği kalıntı, ziyaretçilerin ve sanattan anlayanların hayranlığını gizleyemediği eserlerimizdendir. İnce Minare ise Mimar Külük’ün ince duygularını taşa bir nakış gibi işlediği, Selçuklu’nun sembol eserlerinin başında gelir. Eski resimlerde, Sülün gibi endamıyla medreseye adını veren eşsiz Minaresinin tam olduğu devirleri bizim nesil maalesef görememiştir. 55 metre tahmin edilen Minare, eserin heybetine, ihtişamına ve ahengine uygun, arka planında kendisine fon oluşturarak eşlik eden Takkeli Dağ ve Karaburga’ya kafa tutan eski fotoğrafları bile insanı etkilemeye yeten bu eşsiz minare; 1901 yılında üstüste iki yıldırım düşmesiyle birinci şerefesinden yukarısı yıkılmış, ayakta kalan kısmı şimdiki görüntüsüyle günümüze ulaşmıştır. Buna da şükürler olsun ve bu haliyle muhafaza edilebilsin bize yeter...

Konya’daki Selçuklu Eserleri içinde, Çini Eserler Müzesi olarak yaşayan Karatay Medresesi’yle konuyu bağlamak istiyorum. Selçuklu Tarihi içinde önemli bir yeri olan, 40 yıllık Devlet hizmetiyle unutulmazlar arasında yer alan Celal Karatayı tarafından 1251 yılında yaptırılan bu anlatılması güç yapıt, çini sanatında erişilmeze ulaşan Selçuklu’nun timsali olmuştur. İ.Hakkı Konyalı’nın bu eserle ilgili yazdıklarından bir kesitle konuyu tamamlayalım. “Selçuk Mimarisi’nin , taşı,sade ve sırlı tuğlayı, çiniyi birbirine kaynaştıran ve ahenkleştiren en mütekâmil tipidir. Türk Sanatkârı’nın eli; katı ve asi taşları bir balmumu gibi yumuşatmış, onlara hendesenin en zor şekillerini vermiş, mermerden ve renkli taşlardan bir şiir yaratmıştır. Konya Selçuklu Eserleri’ni iri taneli bir inci tesbihe benzetirsek, Karatay Medresesi onun pırlanta imamesidir.” Değerli okurlarım, Vatanımızı sayısız eserlerle âbad eden Atalarımız’ın emanetlerinden bir demet sunmaya gayret ettim. Nûr içinde yatsınlar... Bizlere düşen farkında olmak ve unutmamaktır.

Selam ve saygılar hepinize...

(Kaynak: Konya Tarihi- İbrahim Hakkı KONYALI)

Facebook'ta Yayınla>
Soru / Yorum Eklemek İçin Tıklayınız
..:: Sorular / Yorumlar ::..
Henüz yorum eklenmemiştir. Yorum Eklemek için Tıklayınız.
Ne? nedir? Nasıldır? Nasıl yapılır? Ne zaman yapılır?
Copyright - Tarım Kütüphanesi - 2007