Teoriden Pratiğe Biyolojik Mücadele ve Gelecek Stratejisi

Dr. Nevzat BİRİŞİK

Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü

Bitki Sağlığı ve Karantina Daire Başkanı

Giriş

Biyolojik Mücadele (BM) en basit haliyle “bitkisel üretimde ekonomik kayıplara yol açan zararlı organizmalarla (ZO) mücadelede doğada bulunan Faydalı Organizmaların (FO) kullanılması” olarak tarif edilebilir. Bu basit tarifle aslında canlıların dünyasını anlamak, aralarındaki ilişkileri çözmek ve bu ilişkileri onların yapısına fazlaca müdahale etmeden başta insanların yararına ama uzun vadede tüm canlılığın faydasına kullanmak üzere oldukça geniş bir kapı açılmış olur. Açılan bu kapıdan canlılar âlemine bilimin ışığında yürürken her zaman için tüm canlıların var olma ve yaşam hakları olduğunu unutmamalı ve buna asgari saygıyı göstermeliyiz. Bu saygının, bizlerin de o canlılık dünyasının bir parçası olduğu ve yerküredeki yaşamımızın diğer tüm canlıların varlığına ve devamlılığına bağlı olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda aslında insana saygının bir parçası olduğu görülecektir.

Zirai mücadele; yani insan gıdası ve endüstriyel tüketim için üretilen bitkilerin hatta peyzaj maksatlı kullanılan süs bitkileri ile ormanlık alanlardaki bitkileri zararlı organizmalardan koruma faaliyeti her zaman var olacaktır. Çünkü bu bitkiler canlılık zincirinin en önemli halkasıdır ve yalnızca insana ait değildir. BM bu iki önemli yaşam felsefesinin benimsenmesine ve zirai mücadelenin canlılar âlemini tanıma ve yaşama hakkına saygı duyma paradigması üzerine oturtulmalıdır. Bu yeni paradigma mevcut alışkanlıklarımıza uygun olmayabilir, fakat üretim tekniklerimizi ve mesleki donanımımızı bu yeni paradigmaya uygun bir şekilde değiştirmek artık bir tercih değil bir zorunluluktur. Çünkü insanoğlunun yalınızca son yüzyılda elde ettiği teknolojik gelişmelerin getirdiği çok sayıda faydanın yanında, insan dahil yeryüzündeki her canlı türünün aleyhine olacak sonuçlar da doğurmuştur. Bu hızlı gelişim süreci yeryüzünde bazı canlı türlerinin kaybolmasına veya birçok canlı türünün kaybolma tehdidiyle karşı karşıya kalması neticesini doğurmuştur. Bütün bunlardan daha kötüsü ise insanın doğaya yabancılaşması ve kendisi dışındaki canlılardan bihaber yaşayarak canlılar aleminden kopmasıdır. Bu kopuş insanı daha mutlu etmediği gibi insan türünün yeryüzünde daha uzun süre ve mutlu bir şekilde yaşamasını da garanti etmemektedir. Çünkü insanoğlu yeryüzündeki mevcut karmaşık, iç içe geçmiş ve bir birine bağlı yaşam zincirinin bir parçasıdır ve diğer halkalar olmadan yaşama şansı yoktur. En basit haliyle İnsan beslenmek için kendinden çok daha zayıf gibi görünen mikroorganizma, arı, böcek, otsu bitkiler vb. çok sayıda canlının var olmasına ve bir arada bulunmasına ihtiyaç duymaktadır. Yani insanoğlu yeryüzündeki yaşamının devamlılığını sağlamak için varlığından bile haberdar olmadığı gözle görme şansına dahi sahip olmadığı birçok canlıyı yaşatmak, yaşam hakkına saygı duymak ve birlikte yerkürede bulunmak zorundadır.

Bu kitap elbette ki BM, Biyolojik Tarım ya da Biyolojik Yaşam üzerine yazılmış bir felsefe kitabı değildir. Fakat BM ile ilgilenecek olan mühendis, akademisyen veya üretici herkesin bu teknikleri uygulamaya karar vermeden veya bu konuda çalışmaya başlamadan önce BM felsefesini bilmesi ve inanması için konun bu yönünün işlenmesinde fayda vardır.

Tarımsal üretimin ne kadar zor bir uğraşı olduğunu, çok daha kolay yollardan para kazanmak yerine tarımsal yatırım yaparak büyük riskler alan girişimciler ile bu sahada faaliyet gösteren her türlü tedarikçi ve teknik personel gayet iyi bilmektedir. Bütün bu zorluklara, harcanan emeğe ve alınan risklere rağmen mevcut bitki koruma sorunlarına ilaveten bu gün iki büyük sorunla daha karşı karşıya olduğumuz gerçeğini görmemiz gerekmektedir. Bunlardan en önemlisi tarımsal ürünlerdeki Bitki Koruma Ürünü (BKÜ) yani tarım ilacı kalıntısı, diğeri ise artan zirai mücadele maliyetleridir. Bu sorunlarını çözememiş bir bitkisel üretim sektörünün cazip, karlı ve sürdürülebilir olma şansı yoktur.

Bu iki sorunun çözümü ise tüm dünyada kabul gören Entegre Zararlı Mücadele programlarının yürütülmesi ile mümkündür. İşte BM entegre mücadele yönetimin en önemli parçası ve ülkemiz için en uygulanabilir mücadele metotlarından biridir. Bu kitap başta örtü altı sebze üretimi olmak üzere, turunçgil, buğday ve mısır gibi önemli bazı ürünlerdeki BM’nin uygulamaya yönelik teknikleri ile ülkemizin bu konularda kat ettiği mesafeyi, bu gün için yapılması gerekenleri ve geleceğe yönelik BM stratejisini ve vizyonunu içermektedir. Kitabın bu bölümü ise özellikle BM çalışmalarına katkısı olabilecek her kes için mevcut durumu kısaca açıklamayı ve gelecek için stratejik bir yaklaşım ortaya koymayı hedeflemektedir.

Bu bağlamda BM’nin dünyadaki ve ülkemizdeki geçmişi kısa bir şekilde özetlenmiş ve ülkemiz için “yeni dönem” olarak tabir edilen 2010 ve sonrası için temel yaklaşım ortaya konmuştur. Ayrıca BM ile ilgili araştırma, uygulama ve destekleme çalışmalarının mevcut durumu değerlendirilerek geleceğe yönelik ne tür bir yaklaşımda bulunulacağı ortaya konmaya çalışılmıştır. Tüm bu değerlendirmeler neticesinde konuyla ilgili olarak ülkemiz stratejisinin ana hatlarının belirlenmesi için bütüncül bir yaklaşım ortaya konulmaya ve bir gelecek perspektifi oluşturulmaya çalışılmıştır.

1. Biyolojik Mücadeleye Genel Bir Bakış

1.1. Biyolojik Mücadelenin Tarihi Seyri

Teorik olarak BM yeryüzünde hayatın başlaması ile birlikte başlamış kabul edilebilir. Çünkü bütün canlılar yerküredeki besin zincirinin bir parçasıdır ve birlikte aynı alanda yaşayan türler bu besin zincirinin bir parçası olmaları sebebi ile doğal olarak birbirlerinin popülasyonlarını kontrol altında tutarlar. Mevcut bilgilere göre BM yeryüzünde yaşamın başladığı M.Ö. 500 milyon yıl öncesinden beri var olduğu kabul edilmektedir. İnsanlık tarihinin yazılı kısmından elde edilen bilgilere göre Mısırda M.Ö. 4000 yılında tahıl depolarında ve evlerde zararlı olan farelere karşı kedilerin kullanıldığı ve kedilerin bu amaçla evcilleştirildiği bilinmektedir. Ayrıca M.Ö. 300 yıllarında faydalı böceklerin pupalarının çiftçilere satıldığına dair kayıtlar bulunmuştur. Çinliler özellikle ipekböcekçiliğinden dolayı böceklerin yaşamında dair son derece detaylı bilgiler edinmişler ve M.S. 1000 yıllarında Çinli bilim adamlarının parazitizim olgusunu bildikleri kabul edilmektedir.

Avrupa’da biyoloji ve entomoloji çalışmaları oldukça eskiye dayanmaktadır. Antik Yunan bilim adamı Aristo Historiae animalium adlı kitabında normal arılardan daha küçük bazı arıcıkların örümcekleri öldürdüğünü ve taşıdığını bir kısmının da örümceklerin içerisine yumurta bıraktığını ve örümcekleri çoğalmak için kullandığını yazmıştır. Avrupa’da uzun yıllar entomoloji konusundaki çalışmalar Aristo’nun bazı gözlemlerini teyit ve ilavelerden ibaret olmuştur. Fakat bu konuda en büyük buluş İtalyan entomolog Ulisse Aldrovandi (1522-1605) tarafından gerçekleştirilmiştir. Aldrovandi 1602 yılında yayınladığı De Animalibus Insectis adlı kitabı ile yalnızca modern entomolojinin kurucusu olmaz aynı zamanda bu kitapta parazitizmi oldukça net bir şekilde açıklayarak modern BM’ye çok önemli bir katkıda bulunur.

BM’nin yaygınlaşmasında diğer önemli bir dönüm noktası ABD’nin Kaliforniya eyaletinde Turunçgil alanlarında büyük sorun olan Unlubite karşı Rodolia cardinalis 1888 yılında Yeni Zelanda’dan getirilerek salınası ve zararlının başarılı bir şekilde kontrol altına alınmasıdır. Bu tarihten sonra faydalıların orijin ülkeden getirilerek salınması konusunda oldukça başarılı çalışmalar yapılmıştır. Aynı dönemlerde Ruslar Ekin Bambul böceğine karşı Metarhizium anisopliae Ukrayna’da kitlesel olarak üretmiş ve Odesa bölgesinde başarılı bir şekilde kullanmıştır. Aynı yıllarda İngiltere Yeni Zelanda’da ve Avusturalya Coccinella undecimpunctata’yı götürerek başarılı bir şekilde yerleştirmiştir.

Faydalı böceklerin bulunduğu alandan alınarak zararlının olduğu alanlara salınması 1920 yılında Flanders’in Trichogramma’nın kitlesel olarak üretimini başarmasından sonra çok büyük bir değişim geçirmiş ve BM’de üretim salım çalışmaları hızla artmıştır. Özellikle Trichogramma bu amaçla en çok çalışılan etmen olup 1977 yılında SSCB 10 milyon ha alana Trichogramma salımı yapmıştır. Aynı dönemde Çin’de 1 milyon ha alanda Trichogramma ile BM yapılmıştır. Bu konuda en çok çalışma yapılan ülkelerden biride Küba’dır. Küba yaklaşık 700 bin ha alanda Trichogramma salımı yapmakta olup yaklaşık 516 bin ha alanda ise patojenik funguslar kullanmaktadır. IOBC kayıtlarına göre bu gün Küba’da 220 civarında entomofaj ve entomopatojen üretim yeri vardır. Dünyada bugün yakarıda adı geçen ülkeler dışında Meksika, Brezilya, Kolombiya, Japonya BM konusunda en çok çalışmanın yapıldığı ülkelerdir. Meksika’da yaklaşık 1.5 milyon ha şeker kamışı üretim alanında Trichogramma, Habrobracon ve Chrysoperla üretilip salınmaktadır. Kolombiya’da ise yaklaşık 550 bin ha’lık kahve üretim alanında Beauveria bassiana ve Metarhizium anisopliae fungusları kullanılarak mücadele yapılmaktadır. ABD son zamanlarda insansız hava araçları ile geniş alanlara BM ajanı salımı yapar hale gelmiştir. Bugün Çin’de 8000, Japonya’da 1100, Brezilya’da 350, Hollanda’da 200 civarında tam zamanlı BM çalışan bilim adamı vardır. Ülkemizde bu sayı 50-60 civarındadır.

BM çalışmaları temelde üç ana başlıkta toplanmaktadır bunlar;

a) Klasik BM: FO’nın getirilerek doğaya salınması.

b) Üretim salım: FO’nın üretilerek çoğaltılıp üretim alanına salınması.

c) Koruma: Doğada mevcut FO’nın zarar görmeyecek şekilde korunması.

Dünyada bu gün için BM yukarıda verilen her üç yöntemle yapılmaktadır. Fakat BM tek başına uygulanmaktan ziyade Entegre Mücadele’nin (IPM) en önemli parçası olarak düşünülmektedir. BM amacıyla kullanılan ürünler Biyolojik Mücadele Ürünleri (BMÜ)’ olarak adlandırılır ve bugün için sayısı 1000 civarındadır. BMÜ genel olarak üç başlıkta sınıflandırılmaktadır;

a) Makrobiyaller: Predatör ve parazitoid böcekler ile nematodlar.

a) Mikrobiyaller: Entomopatojen veya antagonist Fungus, virüs ve bakteriler.

a) Bitki ekstraktları: Bitkilerden elde edilen insektisit, fungusit veya repelentler.

BM’nin tarihi seyri Uluslararası Biyolojik Mücadele Örgütü (International Organization for Biological Control:IOBC) tarafından internette yayınlanan ve sürekli olarak güncellenen Internet Book of Biological Control adlı yayında son derece güzel bir şekilde özetlenmiştir (Anonim 2012a).

1.2. Gıda Güvenliği ve Güvenilirliği Bağlamında Biyolojik Mücadele

Bitkisel üretimde hastalık ve zararlılarla mücadele edilmediğinde ortalama olarak %30-35 oranında ürün kaybı yaşandığı bilinmektedir. Bu kayıp oranı salgın yapan ZO’larda %100’e çıkabilmektedir. Tarih boyunca bitki hastalık ve zararlılarından kaynaklanan çok sayıda kıtlık vakıasına bağlı insan ölümleri veya gıda noksanlığına bağlı olarak ortaya çıkmış çok sayıda savaş kaydedilmiştir. Yani bitki sağlığı tedbirleri gıda güvenli kapsamında vazgeçilemez uygulamalardan biridir. Bu uygulamaların yapılmaması maddi kayıplara yol açtığı gibi insan gıdası olarak tüketilen ürünlerde böceklenme, bakteriyel veya fungal etmenlerden kaynaklanan küflenme ve buna bağlı olarak bazı toksinlerin gelişmesi gibi insan sağlığına son derece zararlı durumların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Hayvansal veya bitkisel olsun tüm gıdaların üretiminde bitkisel üretim ve bitkisel üretimin her sürecinde ise bitki sağlığı uygulamaları vardır. Bu faaliyetlerin ana hedefinde bitkilerde oluşan kayıpları önlemek veya azaltmak varken diğer hedefleri ise çevreyi kirletmemek, insan sağlığına ve diğer canlılara zarar vermemek vardır. Fakat bu iki hedefe aynı anda ulaşmak, yani ZO’ları başarı ile kontrol ederken çevreye, insana veya hedef dışı diğer canlılara zarar vermemek çok kolay bir iş değildir. Günümüzün gelişen teknolojisi sayesinde üretim alanlarında yapılan zirai mücadele faaliyetlerinin özellikle hedef dışı organizmalara olan zararını azaltmak mümkündür. Bunun en önemli göstergesi Uçakla Havadan Zirai Mücadelenin yasaklanması ve BKÜ’nin yalnızca belli ürün gruplarında ruhsatlanmasıdır. Özellikle 20.yy ortalarında geliştirilmiş geniş spektrumlu Organik Fosforlu ve Karbamatlı ilaçların yasaklanarak piyasadan çekilmesi insan ve çevre sağlığı açısından ileri bir adım olarak öne çıkmakla birlikte bitkisel üretimdeki ZO’larla mücadeleyi zorlaştırmıştır. Çünkü küreselleşme olgunsa bağlı olarak artan tarımsal ticaret ve buna bağlı olarak özellikle üretim materyallerinin hızlı değişimi ve insan trafiği hastalık ve zararlılarında hızla dünyanın diğer bölgelerine yayılması sonucunu doğurmuştur. Bugün için ülkemizde 552 adet ekonomik düzeyde zarar yapan organizma bulunmaktadır. Bunların sayısının yakın gelecekte azalmasından ziyade artması beklenmektedir ve bu durum gelişmiş tüm tarım ülkeleri için aynıdır. Bu tehlikenin önüne geçilmesi için artırılan her karantina tedbiri yeni bir maliyet ve ticaret engeli olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum dünyanın yedinci büyük tarımsal ekonomisine sahip ve net tarımsal ürün ihracatçısı Türkiye gibi ülkeler için sürdürülebilir tarımsal üretim ve ihracat için ciddi bir risk oluşturmaktadır.

Hastalık ve zararlılarla mücadelede maliyetleri aşağı çekmesi ve kontrol etkinliği artırması için öne çıkan diğer bir uygulama ise genetiği değiştirilmiş ve bu yolla hastalık veya zararlılara dayanıklılık kazandırılmış veya ilaç toksisitesine dayanıklı hale getirilmiş tohumlarla üretim yapmaktır. Bu konuda ise GDO’lu ürünlerin insan ve çevre sağlığına olan etkileri üzerinde süren tartışmalara ilaveten özellikle herbistlere dayanıklı GDO’lu tohumların yaygın kullanımı sonucu tarım topraklarında artan herbisit kalıntısı önemli bir sorundur. GDO kullanımı riskler taşımakla birlikte konvansiyonel tarımın mevcut haliyle devam etmesi ise pestisit kullanımın giderek artması ve bunun sonucu olarak doğal kaynakların telafi edilemez şekilde kirletilmesi durumunu ortaya çıkarmaktadır. Tarımsal üretim içinde yer alan ve sektörün geleceği ile ilgili kafa yoran herkes, dünyada artan nüfusu beslemenin ve kentlerde oturan milyonlarca insanın gıda güvenliğini yani yeterince besine istenen zamanda ulaşmasını sağlamanın fazlaca bir alternatifi olmadığını bilmektedir. Alternatif olarak değerlendirilebilecek olan Organik Tarım ise modern hayattan vazgeçmeyecek milyarlarca insan için değil ama alternatif yaşam arayışı içerisinde olan varlıklı ve gıda güvenliği sorunu olamayan küçük bir kesim için mümkün olabilir. Fakat dünyanın tümü için erişilebilir güvenli gıda üretimi yalnızca Entegre Zirai Mücadele olarak tarif edilen bütün tekniklerin bir arada ve optimum düzeyde sürdürülebilirliği öngörecek şekilde kullanıldığı bir yöntemle mümkündür.

Dayanıklı tohum seçimi ile başlayan, uygun üretim tekniklerinin kullanımı ve hastalık, zararlı ve faydalı popülasyonun sürekli takip edilerek üretim alanındaki faydalılara en az zararlı olacak kültürel, fiziksel, biyoteknik ve BM yöntemlerinin kullanılarak ZO popülasyonun yok edilmediği sadece zararlı olma oranın altında tutulduğu entegre mücadelenin gıda güvenliğini sağlamanın en uygun yoludur. Bu amaca hizmet edecek olan entegre mücadelenin en önemli ve zor bileşeni ise kuşkusuz BM’dir. Bilinmelidir ki BM olmadan Entegre Mücadele yapılamadığı gibi BM yapılan bir alanda ise entegre mücadele yapılması teknik açıdan bir zorunluluktur.

İkinci dünya savaşından sonra, dünyada yaşan göreceli huzur ve ekonomik gelişmeye paralel dünya nüfusu da hızla artmıştır. 1900 yılında yaklaşık 1,5 milyar olan dünya nüfusu 1950 yılında 3 milyar, 2000 yılında ise yüzyılın başındaki nüfusun dört katı olacak şekilde 6 milyar olmuştur. Hızla artan dünya nüfusu 2011 yılında ise 7 milyarı geçmiştir. Bu hızlı nüfus artışına paralel olarak gıda arzının da artması mecburiyeti ve bu nedenle bitkisel üretimde en büyük ekonomik kayba yol açan ZO’larla en kısa sürede ve en etkili şekilde mücadele edilmesi gereği ortadadır.

Birleşmiş milletler tarafından 2004 yılında yapılan detaylı bir nüfus tahmin çalışmasında, dünya nüfusunun artmaya devam ederek 2075 yılında 9-10 milyar olacağı bildirilmiştir. Aynı raporda, bu nüfus artışının daha sonra doğum oranlarının düşmesine paralel olarak azalacağı fakat nüfusun azalmasına rağmen ortalama insan ömrünün artarak 87-106 yıl olmasıyla birlikte 2300 yılında dünya nüfusunun 8-9 milyar olacağı tahmin edilmiştir. Birleşmiş milletler tarafından yapılan bu çalışmaya göre Türkiye’nin nüfusunun 2055 yılında 98,1 milyon zirve yapacağı, 2100 yılında 90,3 ve 2200 yılında 87,5 olacağı ve 2300 yılına kadar bu civarda sabitleneceği belirtilmiştir (Anonim 2012b).

Tarımsal faaliyetlerin seyri doğal olarak gıda talebini yaratan nüfusun büyüme seyri ile ilişkilidir. Yukarıda açıklanan veriler kısaca dünya nüfusunun geçtiğimiz 20.yy yaklaşık % 400 artığını, fakat 21.yy’da bu artışın %50 olacağı 22. ve 23. yy’larda ise dünyanın sabit bir nüfusa kavuşacağını göstermektedir. Gıda üretimini etkileyen bu verilere ilaveten göz önünde bulundurulması gereken diğer bir husus ise günlük beslenme rejimidir. Yani kişi başına kilo kalori cinsinden alınan günlük gıda miktarıdır. Bu miktar artan gelir seviyesi ve refah düzeyi ile birlikte her geçen gün artmaktadır.

Birleşmiş milletler gıda ve tarım örgütü (FAO) verilerine göre dünya nüfusunun en zengin %20’lik kısmı üretilen toplam gıdanın %76,6’sını tüketmektedir. Yine dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan %60’lık kesim ise üretilen gıdanın %21,9’nu tüketirken en fakir %20’lik kesim ise bu paydan ancak %1,5 almaktadır. Bu istatistiklerde en gelişmiş ülkelerin (Kuzey Amerika ve Batı Avrupa) kişi başına 3400-3800 kcal. tükettiği fakat dünyanın geri kalanın ancak bu rakamların yarısı veya daha azı oranında beslendiği görülmektedir. FAO aynı zamanda 2011 yılında açlık çeken dünya nüfusunun 1 milyarı aştığını fakat kötü beslenen nüfusun da en az 925 milyon civarında olduğunu duyurmuştur.

Birleşmiş milletler verilerine göre nüfus artışı ve açlık sorununa paralel diğer değer önemli bir sorun da artan gıda fiyatlarıdır. Dünyanın hızla geliştiği ve doğal kaynakların bu amaçla hızla tüketildiği 1960-2010 arası dönemde gıda fiyatlarında genel olarak aşağı doğru bir düşüş izlenmiştir. Fakat bu olumlu tablo 2000’li yıllarda bozulmuş ve gıda fiyatları hızla yükselmeye başlamıştır. Bu yükselme örneğin en önemli temel gıda maddesi olan şekerde 2000-2007 yılları arası dört kat olmuştur (Anonim 2012c). Gıda fiyatlarının hızla yükselmesi 2007 yılında bir gıda krizine yol açmış ve özelikle büyük yerleşim yerlerinde gıda güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yapılan değerlendirmeler sonucunda gıda fiyatların artmasının en büyük nedeninin iklim değişliğine paralel gelişen bitkisel üretim sorunları olduğu tespit edilmiştir. Bu sorunların başında aşırı yağışlar, dolu, don ve kuraklıkla beraber artan hastalık ve zararlı baskısı ile bitkilerin hastalık ve zararlılara daha duyarlı hale gelmiş olması gelmektedir. Normal koşullarda tüm zirai mücadele faaliyetlerine rağmen bitkisel üretimde %30-35 oranında kayba yol açtığı kabul edilen ZO’ların iklim değişikliğine bağlı olarak daha yüksek oranda zarara neden olacağı ve epidemik olayların daha sık yaşanacağı beklenmektedir. NATO tarafından oluşturulan Sağlık, Tarım ve Gıda ortak çalışma grubu 2010 yılında yayınlamış olduğu “Küresel Isınma” konulu raporunda bu konuya dikkat çekmiştir. Adı geçen raporda küresel ısınmaya bağlı olarak bitki sağlığında yaşanacak muhtemel durumlar şu şekilde listelemiştir.

( Anonim 2012d).

Mevcut yetiştiricilik sistemlerinin işlevsiz kalması,

1. Zararlı baskısının ve vektör kökenli hastalıkların az olduğu yüzsek rakımlardaki tarım alanlarında hastalık ve zararlıların artması,

2. Artan tarım ticareti ile birlikte küresel ısınmanın da etkisiyle hastalık ve zararlıların daha geniş alanlara yayılması ve daha tahripkâr ve şiddetli seyrederek daha çok ekonomik kayba yol açması,

3. Egzotik parazit yabancı otların hızla yayılması,

4. Uzayan vejetasyon periyod nedeniyle hastalık ve zararlılarla daha uzun süre mücadele edilmesi zorunluluğu ortaya çıkması,

5. Kışların sıcak geçmesinden dolayı fungal etmenlerin inokulum kaynaklarının zayıflamaması,

6. Vektör böceklerin her dönem bulunmasından dolayı virüsten ari üretim materyali üretiminin zorlaşması,

7. Abiyotik stres koşulların artması nedeniyle bitkilerin parazit hastalıklara karşı çok daha duyarlı hale gelmesi,

8. FO’ların daha geniş alana yayılması neticesinde zararlı/faydalı dengesinin daha geniş alanlarda kurulması ihtimali vardır.

Bu değerlendirme sonucunda gıda arzının 2050 yılına kadar en az %50 oranında artırılması gerektiği ve bu artışın, bir milyardan fazla insanın açlıkla mücadele ettiği ve yaklaşık bir milyarının da kötü beslendiği göz önünde alınırsa, daha uzun bir süre devam ettirilmesi gerekmektedir. Buna ilaveten yerkürede artan genel refah seviyesinin de gıda talebini artıracağını tahminini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. FAO tarafından yapılan bir değerlendirmede tarımda yeşil devrimin gerçekleştiği 1960 yılında dünya nüfusunun 3.3 milyar olduğu buna karşın 1 milyar ton tahıl üretildiği, 2010 yılında dünya nüfusu 6.9 milyar iken tahıl üretiminin 2.2 milyar ton olduğu ve 2050 yılında dünyanın nüfusunun 9.2 milyar olacağı buna karşın üretilmesi gereken tahıl üretiminin 3.4 milyar ton olduğu rapor edilmiştir. Bu verilerden insanoğlunun temel besin ürünü olan tahıl üretiminde önümüzdeki dönemde %46 oranında bir üretim artışının sağlanması gerektiği ortadadır. FAO raporunda bu artışın gerekliliği vurgulanırken aynı zamanda 2050 yılına kadar sera gazı salınımın %160, oranında artacağı, küresel ısınmanın +4 0C daha artacağı, kişi başına düşen arazi miktarının %24, dekar başına verimin %8, tarımda kullanılan su miktarının %24 ve bitkisel biyoçeşitliliğinin de %34 oranında azalacağı bildirilmiştir.

Bütün bu parametreler dünya gıda arzının artırılması ve artışın 22. ve 23.yy kadar sürdürülebilir kılınması gerektiğini göstermektedir. Gıda arzının artışı ve sürdürülebilirliği, bitkisel üretimin artması ve sürdürülebilir kılınması ile mümkündür. Bu durumda bitkisel üretimde hastalık ve zararlılardan kaynaklanan %30-35 oranındaki kaybın azaltılması hayati bir değer taşımaktadır. İfade edilen tüm nedenlerden dolayı bitkisel üretimde sürdürülebilir bitki koruma faaliyetlerinin yapılması mecburidir. Sürdürülebilir bir tarım için ise en uygun mücadele şekli tüm bitki koruma yöntemlerinin bilimsel veriler ışığında beraber kullanıldığı Entegre mücadeledir. Entegre mücadelenin en sürdürülebilir unsuru ise canlı olması sebebiyle soyunu devam ettirmesi ve doğaya uyum sağladığında sürekli bir denge unsuru olması nedeniyle BM ürünleridir.

1.3. Biyolojik Mücadelede Avantajlar Sorunlar ve Riskler

BM uygulamasının önündeki en büyük engel bu mücadele metodunun bilgi yoğun bir metot olmasıdır. Diğer önemli bir husus ise üretici alışkanlığıdır. Elbette ki kimyasal BKÜ’lerinin uygulama kolaylığı ve kısa sürede verdiği etkili sonuçların üreticiler tarafından bilinmesi hiçbir şekilde unutulmaması gereken bir konudur. Çünkü bitkisel üretimin en büyük amacı artan dünya nüfusunun ihtiyacı olan gıdayı yeterli üretim yaparak karşılamaktır. Kimyasal mücadelenin mevcut bitkisel üretimdeki yeri bu açıdan son derece önemlidir. BM’nin önemini vurgularken usulünce yapılmış olan kimyasal mücadelenin kötülendiği anlaşılmamalıdır. Günümüzdeki bitkisel üretim teknikleri içeresinde kimyasal mücadele vazgeçilemez bir zirai mücadele metodudur ve bu durum bugün için gıda güvenliğinin en önemli unsurudur.

Dünya’da BM ile ilgili olarak yapılan çok sayıda araştırma, üretim ve salım çalışmasına ve çok sayıda taltif edici onur verici sözlere rağmen maalesef uzun yıllar bu konuda istenen seviyede bir gelişme olmamıştır. Uluslararası biyoajan üreticileri derneği (IBMA) tarafından 2002 yılında yayınlanan bir rapora göre BMÜ’lerin toplam kullanımın kimyasal içerikli BKÜ’lerinin ancak %1’i olduğu belirtilmiştir. Fakat ümitvar olan durum ise bu oranın 2010 yılında iki kat artarak toplam BKÜ pazarının %2’sine ulaşmasıdır. Fakat bu yüzde ikilik miktarın %80’i tek başına Bacillus thrungiensis’e aittir. Bu veriler başarısı kanıtlanmış ve iyi pazarlanabilen bir ürünün ne kadar başarılı olacağını göstermektedir. IBMA adı geçen raporda BMÜ’nin pazar payının BKÜ pazarı içerisinde %20 olması gerektiğini bildirmiştir (Anonim 2012e).

BM’nin geleceği ile ilgili belki de en önemli değerlendirmeler dünya pestisit pazarının mevcut hali ve geleceği ile ilgili yapılacak değerlendirmelerdir. Pestisitlerin ilk keşfinden beri tarımsal üretimin en önemli girdilerinden biri olmuş ve pestisit pazarı uzun yıllar hızla büyüyerek 1990’lı yıllarda 35 milyar ABD doları gibi büyük bir hacme erişip zirve noktasına ulaşmıştır. Pestisit tüketim rakamları 1995 yılından sonra organik tarımın popüler hale gelmesi ve GDO’lu ürünlerin üretimi ile artış hızını kesmiş ve zaman zaman düşerek yatay bir seyir izlemiştir. Günümüzde önemli pestisit üreticisi firmalar BMÜ üretmek için yatırım yapmaya başlamışlardır. Aşağıda Tablo 1’den anlaşılacağı üzere BMÜ ile kimyasal mücadele ürünü üretmenin maliyetler ve getirdiği fayda arasında önemli farklar vardır. Uluslararası BKÜ üreticisi firmaların bu konuya ilgi duyması BM çalışmaları için önemli avantajlardan biridir.

Tablo 1. Kimyasal mücadele ve Biyolojik Mücadele’nin performanslarının karşılaştırılması (Lenteren, J.C. van, 1997)

Kriterler

Kimyasal mücadele*

Biyolojik mücadele

Test edilen etkili madde sayısı Başarı oranı

Geliştirme  maliyeti
Geliştirme zamanı
Fayda/maliyet oranı
Dayanıklılık riski
Zararlıya özelleşme
Zararlı yan etikleri

> 3,5 milyon

1 : 200,000
150 milyon ABD $
10 yıl
2 : 1
Çok
Çok az
Çok

2,000

1 : 10
2 milyon ABD $
10 yıl
20 : 1
az
fazla
Az veya hiç

BM’nin çok sayıda faydası ve avantajı sıralanabileceği gibi olası bazı sorunlar ve dezavantajlardan da bahsetmek gereklidir. Çünkü hiçbir zirai mücadele metodu tek başına yalnızca faydalı veya zararlı değildir. BM konusundaki bazı sorunlar ve riskler şöyle sıralanabilir;

- BM Ürünleri canlı materyallerdir ve muhafazası, nakli ve uygulaması zordur.

- BM Ürünlerinin uluslararası ticarete konu olması durumunda karantina etmenlerinden ari olması, yani yeni ZO’ların ülkeye sokmaması gerekir. Bu konuda FAO tarafından yayınlanmış olan ISPM 3 (Guidelines for the export, shipment, import and release of biological control agents and other beneficial organisms) ve EPPO tarafından yayınlanan PM 6 (Safe use of biological control ) uluslararası standartlarına uyulması son derece önemlidir.

- FO’ların hedef dışı canlılara (bitki ve diğer canlılar) zarar vermesi önemli bir risktir.

- Ayrıca FO’nın kullanıldığı yerde bulunan diğer faydalı canlılara zarar vermemesi gerekir.

- FO’ların salındığı bölgede az sayıda bulunan türlere zarar vermemesi ve özellikle toprak mikroflorasında geri dönüşümsüz olacak şekilde diğer türleri baskılamaması gerekir.

- Bunların dışında bilinmeyen diğer bazı potansiyel risklerinde göz önünde bulundurulmasında fayda vardır.

Mikrobiyal BMÜ konusunda ise;

- Özellikle mikrobiyal preparatların formülasyonunda güçlükler yaşanması,

- Mevcut formülasyonların raf ömrünün kısa olması,

- Özel uygulama aletleri ile uygulanması ihtiyacı,

- Yetersiz kullanım bilgisi,

- Kimyasallar kadar piyasa da yaygın bulunmamaları,

- Biyolojik etkinlik denemelerine ait metodoloji konusunda çalışma yapılması ihtiyacı,

- Biyolojik etki seviyelerinin kimyasallara oranla düşük olması sayılabilecek diğer sorunlardır.

2. Türkiye’de Biyolojik Mücadele

Ülkemizde BM’nin geçmişi ve bu konuda yapılmış çalışmalar Prof. Dr. Akif KANSU, Prof. Dr. Nedim UYGUN, Prof. Dr. Neşet KILINÇER gibi uzun yıllar bu konuda çok değerli çalışmalar yapmış olan araştırmacılar tarafından son derece güzel bir şekilde özetlenmiş ve Biyolojik Mücadele Kongrelerinde bildiri olarak sunulmuştur. Ayrıca ülkemizde BM konusunda yapılan araştırma çalışmaları Biyolojik Mücadele Derneği tarafından yayınlanan “Türkiye Biyolojik Dergisinde” yayınlanmaktadır. Bu konularda çok daha geniş bilgi ve güncel araştırma sonuçları Biyolojik Mücadele Derneği internet sayfası http://www.biyolojikmucadele.org. tr’dan elde edilebilir. Ülkemizdeki BM çalışmalarının tamamına bu kitapta yer vermek mümkün olmadığından bu bölümde ülkemizdeki BM çalışmalarının kısa tarihçesini ve dönüm noktalarını vermeye çalıştık. Aşağıda yapılan sınıflandırma yalnızca bu tarihçeyi ve dönüm noktalarını anlamayı kolaylaştırmak içindir.

1.1. Osmanlı Dönemi

Ülkemizde BM çalışmaları Osmanlı dönemine kadar uzanmaktadır. Bu dönemde daha çok faydalı böceklerin yurt dışından getirilerek sorun yaşanan yerlere salınması şeklinde çalışmalar yapılmıştır. İlk olarak 1910 yılında narenciye bahçelerinde ve bazı meyvelerde zararlı olan Torbalı koşnil (Iceria purchasi) ile mücadele maksadıyla o tarihte Osmanlı İmparatorluğuna bağlı olan Sakız Adası’ndan Rodolia cardinalis isimli predatör gelin böceği getirtilerek turunçgil bahçelerine salınmıştır. Torbalı koşnil sorununun çözümü için diğer bir pretadör böcek olan Chilocorus bipustulatus ise 1920’de yine yurt dışından getirilerek kullanılmıştır. Daha sonra bu sorunun çözümü için 1922 yılında Fransa’dan Rodolia cardinalis getirtilerek İstanbul da bulunan Halkalı Ziraat Mektebinde üretilmiş ve gerekli yerlerde kullanılmıştır. Bu çalışmaların diğer bir örneği ise Elma pamuklubiti’ne karşı kullanılmak üzere Fransa’dan getirtilip, Kuzeybatı Anadolu’da bazı yörelere salınmış bir parazitoid olan Aphelinus mali.’dir.

Osmanlı döneminde yapılan bu az sayıda çalışmanın bize gösterdiği iki önemli husus vardır, Bunlardan ilki Osmanlı döneminde BM çalışmalarına verilen önem, diğeri ise faydalı böceklerin getirilip salınması sonucu elde edilen faydanın görülerek yerel de üretim çalışmalarının başlamış olmasıdır.

1.2. Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyetin kurulması ile birlikte kısa zamanda tarım eğitimi ve yayım faaliyetleri çalışmalarına başlanmış, BM konusundaki yaklaşım ise Osmanlı dönemindekine benzer olarak faydalıların ithal edilerek yerleştirilmesi ve yerelde üretim imkânların geliştirilmesi olmuştur. Bu amaçla 1931 yılında Ege bölgesinde incirlerde zararlı İncir kurduna karşı Bracon hebetor adlı parazitoid getirtilerek incir alanlarına salınmış ve günümüze kadar başarılı bir şekilde ekosistemde yerleşmesi sağlanmıştır. Yine daha önce ithal edilmiş olan Aphelinus mali 1931 ve 1934 yıllarında İsrail’den getirtilerek bazı elma bölgelerimize salınmıştır. Yine daha önce Osmanlı döneminde getirtilmiş olan R.cardinalis’in yurtdışından üçüncü defa ithali ise 1932 veya 1933 yılında Mısır’dan yapılmış olup, Bornova Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsüne verilen böcekler burada üretime alınmış ve salımı yapılmıştır. Daha sonra, Çukurova Bölgesine gönderilerek buraya yerleşmesi sağlanmıştır. Bu dönemde yine 1933 yılında Dut kabuklu bitine karşı Prospaltella berlesei ithal edilerek ülkemize yerleşmesi sağlanmıştır.

Uzun yıllar bu şekilde giden çalışmalar sonucunda BM’nin önemi fark edilmiş ve 1965 yılında Antalya’da “Biyolojik Mücadele Araştırma İstasyonu” kurulmuştur. Bu araştırma istasyonun ilk çalışmalarından biri turunçgil alanlarında sorun olan Unlubitin mücadelesinde kullanılmak üzere 1970’li yılların başında ABD’den Cryptolaemus montrouzieri ve Leptomastix dactylopii getirilerek üretimi yapılmış ve sorun olan alanlara salınarak mücadelede kullanılmıştır. Antalya Biyolojik Mücadele Araştırma İstasyonu 1982 yılında “Araştırma Enstitüsü” hüviyetine kavuşmuş, ayrıca 1987 yılındaki Bakanlık reorganizasyonu sırasında Zirai Mücadele Araştırma Enstitüleri bünyesinde “Biyolojik Mücadele” bölümleri açılmıştır. Bu dönemde yapılan önemli çalışmalardan biri de Doğu Akdeniz Bölgesi’nde 1990’lı yıllarda önemli bir sorun haline gelen Turunçgil beyazsineği (Dialeurodes citri (Ashm.))’nin BM’si amacıyla Türkiye’de ilk defa Doğu Karadeniz Bölgesi’nde tespit edilen avcı böcek Serangium parcesetosum Siccard. Doğu Akdeniz Bölgesine getirilerek yerleştirilmesidir.

Araştırma ve yayım çalışmalarına paralel olarak farklı faydalı böceklerin üretim ve salım çalışmalarına devam edilmiş ve 1994 yılında Adana Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü Müdürlüğünde polifag bir parazitoid olan Trichogramma spp. üretilmiştir. Bu parazitoid başta Mısırkurdu Ostrinia nubilalis ve elma içkurdu Cydia pomonella için başarılı bir şekilde kullanılmıştır. Devam eden çalışmalar neticesinde ülkemizde uzun yıllardır sorun olan süne için 2001 yılından itibaren Adana Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü Müdürlüğünde parazitiod Trissolcus spp. üretimine başlanmış ve süne tehdidi altında olan alanlara salımı yapılmıştır. Trissolcus üretim çalışmaları sonraki yıllarda Konya ve Kırklareli illerinde de yapılarak 2012 yılı sonuna kadar doğaya yaklaşık 73 milyon adet Trissolcus spp. salımı yapılmıştır. Bu uygulama ve havadan uçakla süne mücadelesinin yasaklanmasının en iyi destekçisi olmuş ve kamuoyunda yankı uyandırmıştır.

Cumhuriyet dönemi olarak anlatılmaya çalışılan bu dönemde gerek kimyasal mücadelenin popülerliği gerekse birim alana ürün artışında hedeflenen noktalara gelinmesi için yapılan ulusal planlama çalışmalarından dolayı BM konusunda istenen hedeflere ulaşılamamıştır. Fakat BM ile ilgili akademik ve uygulamaya yönelik çalışmalar sürekli gündemde olmuş ve desteklenmiştir.

1.3. Yeni Dönem 2010

Diğer iki dönem kronolojik olarak birbirinden ayrılsa bile yaklaşım ve uygulama acısından birbirine benzerdir. Bu döneme yeni dönem denmesinin asıl nedeni olayın kronolojik olarak bulunduğu yer değil, paradigma değişikliğidir. Bu paradigma değişikliği özelde BM’ye olan yaklaşımdaki değişiklik değil bitki sağlığındaki paradigma değişikliğidir. Bu değişimin ana unsurları ise kabul edilmelidir ki ne akademik çevreler ne de üretici veya tedarikçilerdir. Yeni dönemin ana failleri daha çok duyarlı tüketiciler, çevre ve biyolojik çeşitlilik konusundaki hassas toplum kesimleri ve bilinçli üreticiler ile bu süreci yönetmeye çalışan kamu otoritesidir.

Yeni dönemi 2010 yılı olarak kabul etmek mümkündür. Çünkü bu tarihten önce kalıntıdan kaynaklanan ihracat sorunları, artan refaha bağlı olarak kamuoyunda tüketilen yaş meyve ve sebze ile ilgili kalıntı sorunları ve Biyogüvenlik kanunu sürecinde GDO’lu bitkisel üretimin ve gıda tüketimin yaratacağı muhtemel sorunlar yoğun bir şekilde tartışılmıştır. Bu tartışmalar sürerken 2009 yılında diğer bir tetikleyici unsur olan Domates güvesi (Tuta absuluta) ülkemize bulaşmıştır. Domates gibi insanımızın özellikle çiğ olarak yoğun bir şekilde tükettiği ve önemli bir ihraç kalemi sebze için yoğun kimyasal kullanımın önüne geçmek için 2010 yılında BM’de kullanılan ajanların desteklenmesine karar verilmiştir. Üreticilere verilen bu desteğin yanında yine 2010 yılında özel sektöre Domates güvesinin (Tuta absuluta ) BM’sinde kullanılmak üzere kitlesel faydalı böcek üretimi için de bir ilk olarak destek verilmiştir.

Bu çalışmalarla birlikte Bakanlık araştırma kuruluşları ile araştırma yönetimi de bu konudaki ihtiyacın farkında olarak ilk 2010 yılında Adana Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsünü BM İhtisas Enstitüsü olarak kabul etmiş, 2011 yılındaki Bakanlık yeniden yapılanması sırasında ise adı geçen enstitüyü “Biyolojik Mücadele Araştırma İstasyonu” olarak görevlendirmiştir.

Bu tartışmalar ışığında yürüyen AB uyum sürecine bağlı olarak 2010 yılında 5996 sayılı kanunun yayınlanması dönüm noktası olmuştur. Bu kanun her ne kadar 2011 yılında yürürlüğe girmişse de gıda güvenilirliğini esas alan ve ruhunda denetim, kontrol ve cezalandırma faaliyetleri ile sorumluluk paylaşımı yer aldığından BM faaliyetlerini tetikleyici rol almış ve 2010 yılında BM ajanı kullanan üreticilere destekleme faaliyeti başlamıştır. BM açısından bu planlı destekleme faaliyetinin başladığı yıl olan 2010 ve takip eden 2011 ve 2012 yıllarında destekleme bütçesi artarak ve daha geniş alanı kapsayacak şekilde gelişmiştir. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın 2012 yılında yaptığı 2013-17 beş yıllık stratejik planında ise ilk kez BM yer bulmuş ve 2023 hedefi olarak Zirai Mücadele faaliyetlerinin %25’nin BM olarak yapılması hedeflenmiştir. Aynı tarihlerde Ankara Üniversitesi Faydalı böcek üretim merkezi ile Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi BM merkezleri hizmete girmiştir. Tüm bu gelişmeler neticesinde “Yeni Dönem” olarak 2010 yılı ve sonrasını tanımlamak doğru bir yaklaşım gibi görünmektedir. Bu dönemin en belirgin özelliği ise BM’nin daha geniş kesimlerin ilgisini çekmesi, kamu otoritesi tarafından öncelikli kabul edilmesi ve bu nedenden dolayı destekleme kapsamına alınmasıdır.

BM’nin en başarılı ve yaygın bir şekilde kullanılacağı alanlardan biriside orman ekosistemleridir. Ülkemizde bu konuda Orman ve Su İşleri Bakanlığına bağlı Orman Genel Müdürlüğü’nün Orman Bölge

Müdürlükleri bünyesinde “Biyolojik Mücadele Laboratuvarları” kurulmuş olup bu laboratuvarlarda üretim ve araştırma çalışmaları yapılmaktadır. Özellikle son yıllarda Türkiye ormanlarında büyük bir sorun haline gelen çam kese böceği mücadelesinde kullanılan Calosoma sycophanta yetiştirilmesi ve salım çalışmaları yapılmaktadır.

1.4. Biyolojik Mücadelede Kamu Destekleri ve Özel Sektör

Ülkemizde BM alanında yapılan çalışmalar uzun yıllar yalnızca devlet kurumları tarafından çoğunlukla araştırma projeleri şeklinde yürümüştür. Özel sektörün bu alana ilgisi ancak doksanlı yıllarda bazı Avrupa menşeli şirketlerin yeni pazar arayışları neticesinde başlamış ve öncelikle Antalya ilindeki örtüaltı alanlarda kullanılma imkanı olan az sayıdaki faydalı böceğin ithali ile başlanmıştır. Bu nüve şeklindeki çalışmalar on yıl kadar daha çok tanıtım ve yayım şeklinde devam etmiş ve yaygınlaşma sansı bulamamıştır. Daha sonra 2005 yılında örtüaltı üretimde kullanılan BM ajanlarının yanında uzun yıllar devlet eliyle yürütülen fakat bir türlü yaygınlaşamayan Turunçgilde BM ajanlarının özel sektör eliyle üretilmesine başlanmıştır. Aynı tarihlerde özellikle kök kanseri Agrobacteriım tumefaciens mücadelesinde kullanılan bazı biopreoaratların yaygın kullanımıyla birlikte bazı antagonistlerin, mikrobial preparatların ve bitki ekstraktlarının kullanımı yaygınlaşmaya başlamıştır.

Bugün için 5 tane firma bu sektörde faaliyet göstermektedir. Bunlardan 3 tanesi üretim yapabilirken diğerleri ithalatçı durumdadır. Bu firmalardan iki tanesi aynı zamanda ihracat yapmaktadır. Ülkemizde BMÜ’nin pazarı bitki besleme ürünü olarak satılan ürünler hariç 5 milyon TL civarındadır. Bu rakam yaklaşık 800 milyon TL olan BKÜ pazarının %0,6’sı oranındadır. Toplam 25-35 kişi civarında istihdam sağlayan sektörün henüz nüve aşamasında olduğu, desteklenmesi ve geliştirilmesi gerektiği ortadadır. Bugüne kadar Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından 64 adet biyoteknik mücadele ürünü (Tuzak ve Feromon), 30 adet mikrobiyal preparat ve 28 adet de BM ajanı ruhsatlandırılmıştır.

BM’de en büyük destek bu alana yapılacak yatırımların desteklenmesidir. Bu yatırım desteklerinin elbette ki öncellikli olarak Ar-Ge çalışmalarına yapılması tartışmasız doğru olanıdır. Bu nedenle özelikle başta uygulamaya yönelik Ar-Ge faaliyetleri yürüten bakalığımız araştırma kuruluşları ile üniversiteler ve özel sektör araştırma kurumlarına kaynak aktarılmalıdır. Bu gereklilikten dolayı bakanlığımız kendi araştırma bütçesinden gerek bakanlık kurumlarına gerekse özel sektöre Ar-Ge yatırım destekleri vermektedir. Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü BM çalışmalarına her türlü desteği verdiği gibi bakanlığımız uygulama birimi olan Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü ise bu konularda yapılan proje başvurularını öncelikli olarak kabul etmekte ve destek vermektedir.

Türkiye’nin BM alanında yeterli Ar-Ge çalışması yapması ve aynı zamanda özel sektörün üretim için bu alana yatırım yapmasını sağlaması durumunda mevcut zengin biyolojik çeşitlilik, insan kaynağı ve ticaret kapasitesi düşünüldüğünde ülkemizin dünyanın en önemli BM teknik, teknoloji ve ürünü üreten ülkesi olması mümkündür.

Tarımsal desteklemeler bağlamında üreticilere yani BM ajanı kullananlara verilen destekleme ödemelerinin bu teknik bir kültür halini alıncaya ve maliyetleri çiftçi tarafından karşılanabilir hale gelinceye kadar devam edilmelidir. Yapılacak olan destekleme ödemeleri bir taraftan bu sahada faaliyet gösteren üretici firmalara dolaylı bir destek olarak yatırımı desteklerken diğer taraftan kimyasal kullanımı azaltarak ithalatı azaltacak ve insan sağlığını koruyarak sağlık giderlerinin azalmasına dolaylı katkı sağlayacaktır. Bütün bunlardan belki daha önemlisi ise BM yapan çiftçiler üretimde bilgi yoğun bir döneme geçecek ve artan nitelikli üretici sayısına paralel olarak Türk tarımın en büyük yapısal sorunu olan bilgiye dayalı tarım yapan üretici sınıfı oluşacaktır.

Bakanlığımızca ilk kez 2010-2011 üretim sezonunda örtüaltı bitkisel üretimde kimyasal kullanımını azaltmak amacı ile örtüaltı bitkisel üretimde biyolojik ve biyoteknik mücadele yapanlara aşağıdaki destekler verilmiştir.

a) Tül kullananlara 70 TL/dekar

b) Feromon + tuzak kullananlara 30 TL/dekar

c) Tekniğine uygun olarak faydalı böcek salımı yapanlara 100 TL/dekar

ç) Tül ve feromon + tuzak kullananlara 100 TL/dekar

d) Feromon + tuzak ve tekniğine uygun faydalı böcek salımı yapanlara 130 TL/dekar

e) Tül ve tekniğine uygun faydalı böcek salımı yapanlara 170 TL/dekar

f) Tül, feromon tuzağı ve tekniğine uygun faydalı böcek salımı yapanlara toplam 200 Tl/dekar

2010 yılında başlatılan bu destekleme çalışmasına 2011 yılında Örtüaltında biyolojik ve biyoteknik mücadele yapanlara toplamda dekara 200TL, açıkta domates yetiştiriciliğinde feromon kullananlara ve turunçgilde faydalı böcek kullananlara dekara 20’şer TL olarak destek verilmiş olup destekleme kapsamı açık alanı kapsayacak şekilde genişletilmiştir. 2012 yılında ise biyolojik ve biyoteknik mücadelede destekleme programı Tablo 2’de görüleceği üzere açıkta elma ve bağı içerecek şekilde genişletilmiş ve örtü altında paket 430 TL/dekar olacak şekilde destekleme miktarı örtüaltında ortalama %115, açıkta ise %50 oranında artırılmıştır.

Tablo 2. Son üç yılda Biyolojik ve Biyoteknik Mücadele Desteğindeki Durum

Destekleme kalemi

2010

2011

2012

2012 yılında
% artış oranı

Tül Kullanımı

70

70

80

14

Faydalı Böcek Salınımı-Örtüaltı

100

100

250

150

Feromon +Tuzak Örtüaltı

30

30

100

233

Paket Örtüaltı

200

200

430

115

 

Feromon + Tuzak Kullanımı-Açık

-

20

30

50

Faydalı Böcek Salınımı-Açık

-

20

30

50

Paket Açık

-

40

60

50

3. Türkiye’nin Biyolojik Mücadele Vizyonu ve Stratejisi

3.1.Biyolojik Mücadelenin Stratejik Önemi

Dünyada BM’nin geçmişi Hollanda ve Avusturalya gibi ülkeler hariç 21 yy. başlarına kadar Türkiye örneğine benzer şekilde gelişmiştir. Endüstriyel tarımda kullanılan kimyasal girdilerin çevre üzerine olumsuz etkilerinin 20. yy. sonlarına doğru görülmesi ve Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonun 29 Aralık 1993 tarihinde imzalanması ile birlikte alternatif zirai mücadele ürünleri konusunda çalışmalar hızlanmıştır. Gıda güvenliği, enerji ve savunma konuları ile birlikte Türkiye Cumhuriyetinin en önemli üç stratejik alanından biridir. Türkiye Cumhuriyeti için artan nüfus, refah düzeyi ve turizm kapasitesi ile birlikte Gıda Güvenilirliği ihmal edilemez ve yaşamsal öneme sahip bir konudur. Bu bağlamda gıda güvenilirliği yani tüketilen gıdanın insan sağlığı açısından herhangi bir risk taşımaması yaşam hakkı ve beslenme hakkı olarak kabul edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti tüm vatandaşlarının yeterli ve güvenli gıdaya erişimini sağlamak ve bu durumu sürekli kılmak için gerekli her türlü tedbiri almak ve çalışmaları yapmak durumundadır. Bu bağlamda 2010 yılında çıkan 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu” gıda üretim sürecinin her halkasında rol oynayan herkese sorumluluklar verdiği gibi kamuya bu zincirin denetim görevini vermiştir. Bu kanunun yayımlanmasından sonra Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yeniden yapılandırılarak “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı” adını almış ve gıda denetimi görevini daha etkin yerine getirmek üzere organize olmuştur.

Türkiye bugün doksan milyar TL’yi geçen tarımsal üretimi ile Dünyanın yedinci Avrupa’nın ise en büyük tarımsal ekonomisidir. Bu pozisyonunu koruması ve geliştirebilmesi için tarımsal üretimin çeşitlendirmesi, her mevsime yayılması, üretim ve muhafaza standartlarını yükselterek rekabetçi ve ihracatçı bir yapıya kavuşturması mecburidir. İhracat yapamayan bir tarım sektörünün mevcut büyümeyi sürdürmesi mümkün olmadığı gibi başta artan işgücü maliyetlerden dolayı karlılığı azalacak ve cazibesini yitirecektir. Bu nedenle Türk tarım sektörünün ihracat eksenli bir büyüme stratejisi izlemesi ve muhakkak surette ihracat pazarlarının talep ettiği kalitede gıda üretmesi gerekmektedir. Bu amaçla rekabetçiliği geliştirmenin en hassas ve gerekli olduğu alan güvenilir gıda üretimidir. Güvenilir gıda üretiminin en sorun olduğu alan ise özellikle yaş meyvedir. İlaç kalıntısı olmayan yaş meyve sebze üretimi özellikle bu ürünlerde ekonomik kayıp yapan hastalık ve zararlıların çok olması ve zarar oranın yüksek olmasından dolayı son derece riskli ve zordur. BM çalışmaları yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı ülkemiz için son derece önemli ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Bitki Sağlığı çalışmalarında üzerinde durduğu en önemli konudur. Bu nedenle BM Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının 2013-2017 stratejik planında öncelikli çalışma alanı olarak yer almıştır. Yine Kalkınma Bakanlığının 2013-2023 Onuncu on yıllık kalkınma planında da BM yatırımlarına destek verilmesi için bakanlık tarafından gerekli girişimlerde bulunulmuştur.

3.2. Biyolojik Mücadele Vizyonu ve Stratejisi

IOBC tarafından yapılan tahminlerde 2050 yılında BMÜ’nin toplam BKÜ pazarı içeresindeki payının %30-35 olacağı tahmin edilmektedir. ZO’larla mücadelede dünyada en yaygın olarak kullanılan kimyasal mücadele bugün için 800 civarında etkili madde kullanılmaktadır. Bu etkili maddelere yaklaşık 500 ZO dayanıklılık geliştirmiş durumdadır. Yeni etkili maddelerin geliştirilmesindeki zorluklar, gıda güvenilirliği kaygıları GDO karşıtlığı, iyi tarımı ve organik tarımı yaygınlaştırma çabaları BM uygulamalarının tüm dünyada yaygınlaşacağı sonucuna götürmektedir.

- Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının BM konusundaki vizyonu:

- Ülkemizde yürütülen bitki koruma faaliyetlerinin alan bazında 2023 yılına kadar %50 oranında Entegre Mücadele (IPM) şeklinde yapılması,

- BMÜ’nin toplam BKÜ içindeki %1 civarında olan pazar payının %25 çıkarılması,

- BMÜ’nin 250-300 milyon TL bir pazar büyüklüğüne erişmesi,

- BMÜ pazarında faaliyet gösteren 100 civarında firma oluşması,

- Yerel FO’ların kitlesel üretim metotları ile formülasyon şekillerinin belirlenmesi,

- Türkiye’nin BMÜ ihracatı yapan üretici bir ülke konumuna getirilmesi,

- BMÜ sektöründe 50-60 bin kişilik bir istihdam yaratılması hedeflenmektedir.

BM konusunda belirlenen bu vizyona ulaşmak için aşağıdaki stratejik amaçların gerçekleştirilmesi gerekmektedir;

- Entegre Mücadele ve BM hedeflerinin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının 2013-2017 stratejik planında yer alması.

- Gelecek yıllarda BM’ye verilen desteklerin sürekli kılınması için aynı hedeflerin Kalkınma Bakanlığı tarafından yürütülen 2013-2023 on yıllık kalkınma planında yer alması,

- BM çalışmalarının öncelikli yatırım alanı olarak kalkınma planlarında yer alması

- BM çalışmalarının geliştirilmesi için Ar-Ge, Yatırım ve Üretim çalışmaların desteklenmesi

- BM yapan üreticilerin desteklenmesi

- BMÜ’nin ülkemizde üretiminin artırılması için uluslararası işbirliği imkanlarının geliştirilmesi,

- Entegre ürün yönetimi, İyi tarım ve Organik tarım çalışmalarına destek verilmesine devam edilmesi.

- BM’nin yaygınlaşması için biyoteknik mücadele uygulamalarının da desteklenmesi.

- Biyolojik ve biyokteknik mücadele desteklemesi kapsamının ürün bazında genişletilmesi.

- Ürün bazında “yalnızca BM yapılan” bölgeler oluşturulması.

- Özel sektör işbirliği ile BM konulu pilot uygulama projeleri yürütülmesi.

Kaynaklar:

Anonim 2012a. IOBC Internet Book of Biological Control, version 6.

h t t p : / / w w w . i o b c - g l o b a l . o r g / d o w n l a o d / I O B C % 2 0 InternetBookBiCoVersion6Spring2012.pdf .

Anonim 2012b.world population to 2300: http://www.un.org/esa/population/ publications/longrange2/WorldPop2300final.pdf

Anonim 2012c. The state of Food and Agricultur. http://www.fao.org/docrep/013/ i2050e/i2050e.pdf.

Anonim 2012d. NATO/EAPC Joint Health, Agriculture and Food Group (JFHAFG) Global warming report.

Anonim 2012e. Sustaınable Plant Protectıon A priority for the National and International authorities.

http://www.ibma-global.org/IBMA_Public_Positions/bb_article_pour_pan. pdf

Lenteren, J.C. van, 1997. From Homo economicus to Homo ecologicus: towards environmentally safe pest control. In: Modern Agriculture and the Environment, D. Rosen, E.Tel-Or, Y. Hadar, Y. Chen, eds., Kluwer Acadamic Publishers, Dordrecht: 17-31.

Facebook'ta Yayınla>
Soru / Yorum Eklemek İçin Tıklayınız
..:: Sorular / Yorumlar ::..
Henüz yorum eklenmemiştir. Yorum Eklemek için Tıklayınız.
Ne? nedir? Nasıldır? Nasıl yapılır? Ne zaman yapılır?
Copyright - Tarım Kütüphanesi - 2007