Gönüller Sultanı Hz. Mevlâna
M.Yavuz ÇOLAK
Vet. Sağ. Tek.

Torunu olmak şerefiyle övündüğümüz atamız Mevlâna Hazretlerini, ayrı düştüğü için kendisini sürgünde hissettiği alemden Hakk’a vuslatının bir yıl dönümünde daha 17 Aralık’ta yadettik.

Yazımın hemen başında itiraf etmeliyim ki, bu konuda yorum yapabilecek, makale yazabilecek bilgi seviyesinde değilim. Amacım, okuduğum kaynaklardan öğrendiklerimi aktararak, bilgi sahibi olamayanlara faydalı olabilirim düşüncesiyle yazmaktır. İnsanlığın bu zindandaki ışığı, yol göstericisi, hoşgörünün timsali Yüce Mevlâna hakkında kalem oynatmak, yorum yapmak benim haddim değil zaten. Evvela kalbimizde O’nu hissetmeden, O’ndan feyiz almadan, O’na layık bir torun olmadan bu mümkün değildir. O’nun felsefesini idrak edip, yaşayabilmeyi Allah cc. bize de nasip eder inşallah...

Okuyup, öğrendiklerimden işte Mevlâna Hazretleri:

Bugün Afganistan sınırları içerisinde olan Belh’te 1207’de Dünya’ya geldi. Asıl adı Muhammed Celaleddin’dir. “Efendimiz” anlamına gelen Mevlâna adı O’na çok genç yaşta verilmiştir. şemseddin-i Tebriz’i ve sevenleri en çok bu adı kullanmıştır. Kendisine “Alimlerin Sultanı” manasına gelen Sultanü’l- Ulema makamı layık görülen bir atanın, Muhammed Bahaeddin Veled’in oğludur. Kaynaklar, Mevlâna’nın babaannesi cihetiyle Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin’e, babasının babası cihetiyle de onuncu göbekte Hz. Ebubekir Sıddık’a ulaştığını kaydeder.

1212-1213’te Moğol istilasının da etkisiyle Belh’ten ayrılan Mevlâna’nın ailesi, Bağdat, şam üzerinden Anadolu’da önce Karaman’a (Laarende) gelmiş, bir müddet kaldıktan sonra da nihayet göçü tamamlayarak 3 Mayıs 1228’ de Konya’yı şereflendirip, buraya yerleşmiştir.

İlk eğitimini babasından alan Mevlâna’ya tasavvuf usülünce Allah yolunu ve sırlarını gösteren ilk mürşidi Sultanü’l- Ulema’nın ölümünden sonra O’nun yerini Seyyid Burhaneddin Hazretleri alır. Kâmil bir mürşid olan, kalplerdeki sırları bilmesinden dolayı kendisine “Seyyid Sırdan” denilen hocasının manevi terbiyesine girip, 9 yıl hizmet eden, onun feyizli sohbetleri ve nefesiyle pişip olgunlaşan Mevlâna tam bir mâna sultanı olmuştur. Seyyid Burhaneddin’in isteğiyle Halep ve şam’da fıkıh, tefsir ve usül ilimlerinde derinleştikten sonra yine hocasının arzusu üzerine arka arkaya üç çile (kırkardan yüzyirmi gün) çıkardı. Yani az yemek, az içmek, az uyumak ve vaktinin tamamını ibadetle geçirmek suretiyle nefsini arıttı. Mevlâna’yı kucaklayıp, öpen hocası “Bütün ilimlerde eşi, benzeri olmayan bir insan, Nebi’lerin ve Veli’lerin parmakla gösterdiği bir kişi olmuşsun... Bismillah de yürü, insanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete boğ, bu suret aleminin ölülerini kendi mâna ve aşkınla dirilt” diyerek O’nu irşad ile görevlendirdi.

Taa çocukluğunda, mutasavvuflardan şeyh Attar Hazretleri babasına “Çok geçmeyecek ki, bu senin oğlun âlemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler saracaktır” dediği, yine Muhyiddin İbnü’l- Arabi’ nin de babasının ardında yürüyen Mevlâna’ya bakarak “Sübhanallah! Bir okyanus, bir denizin arkasında gidiyor” dediği Mevlâna işte bu safhalardan geçip, gönüller sultanı oldu. Manevi yolculuğunda; “Hamdım, piştim, yandım” diyen Mevlâna’nın pişmesi tamamlanmış, yanma vakti gelmiştir artık. şems-i Tebrizi Hazretleri, 29 Kasım 1244’ te Mevlâna’daki Allah aşkını tutuşturmaya Konya’ya gelmişti. Birbirlerinin tamamlayıcısı olan iki dost, tasavvuf sohbetlerine ve derslerine öylesine kendilerini kaptırıp, ilahi aşk ateşinde yanmaktadırlar ki, kendilerinden geçmektedirler. Dışarıda fitne ve dedikodu kazanlarının kaynatıldığı günler gelmiştir. Bu durumdan rahatsız olup, incinen şems şam’a gitmişti. şems’in ayrılığı Mevlâna’yı derin ızdıaplara boğmuştu. Oğlu Sultan Veled’i bir kafileyle şam’a gönderip, şem’sin yeniden Konya’ya dönüşünü bütün Konyalıları yanına alıp, şehrin dışında karşılayarak kutladı, ziyafetler verdi. Bu saadet fazla sürmedi, dedikodu ve can sıkıcı durumlar yeniden başladı. Ayrılık vakti gelmişti. 1247- 1248’ de bir g ece ansızın kayboldu. şems’e kinle dolu olanlar, onu Mevlâna’dan kopardılar. Ayrılık acısı o kadar derindi ki, şems’le ilgili yalan haber getirenlere bile üzerinde ne varsa vermiş ve bir seferinde “Evet, bu yalan haber için üstümde neyim varsa verdim. Eğer doğru haber verseydi canımı verirdim” demiştir. şems’den umudu kesen Mevlâna kendisine hemdem (candan dost) olarak Kuyumcu şeyh Selâhaddin Hazretlerini, onun ölümünden sonra da hemdemi Çelebi Hüsameddin olmuştur. Mevlâna’nın ünlü eseri Mesnevi’nin yazılmasına verdiği emeğiyle gönüllerde taht kuran Çelebi, bazı günler akşamdan gün ağarıncaya kadar Mevlâna’nın ağzından çıkan beyitleri hiç bıkmadan yazmıştır. İnsanlığa bahşedilen Mesnevi’nin yalnızca yazılmasına verdiği emeğine karşılık Çelebi Hüsameddin’e şükran borcumuzu ödeyemeyeceğimizi Mevlâna’nın 40 yıl hizmetinde ve sohbetinde bulunanlarca ifade edilmiştir.

Bugün bütün Dünya’nın tanıdığı, insanlığın ışığı, hakikat güneşi Mevlâna’nın baki âleme göçtüğü, hasretiyle yandığı Hakk’a kavuştuğu şeb-i Arus (Düğün Gecesi) vakti gelmiştir. 17 Aralık 1273 Pazar günü cenaze merasiminde Müslüman olan, olmayan herkes buluştu, vasiyeti üzerine şeyh Sadrettin, Mevlâna’nın namazını kıldırmak üzere niyetlendiğinde dayanamayıp, bayılmış ve namaza Kadı Siraceddin imamlık etmiştir.

Allah cc. bizleri O’nun dualarından ve sevgisinden mahrum etmesin...

Facebook'ta Yayınla>
Soru / Yorum Eklemek İçin Tıklayınız
..:: Sorular / Yorumlar ::..
Henüz yorum eklenmemiştir. Yorum Eklemek için Tıklayınız.
Ne? nedir? Nasıldır? Nasıl yapılır? Ne zaman yapılır?
Copyright - Tarım Kütüphanesi - 2007