Vadideki Hayat - M.Yavuz ÇOLAK

YEŞİLDAĞ KASABASI’NIN KADİM DOSTLARI…

 Kuşlar âleminin masalsı kahramanlarını yakından görmek ve göçe hazırlandıkları dönemde fotoğraflarını çekmek ümidiyle, Ağustos’un yirmisinde Yeşildağ’da Leylekler Vadisi’ndeydik. Bir gün önce yola çıksaymışız eğer, hayallerimiz gerçek olacakmış. Günün yarısını, göl kıyısındaki koylarda onları aramakla geçirmiştik. Yeşildağ’ın babacan tavırlı, sempatik Belediye Başkanı Mustafa Ünlü; namı diğer ‘Pala Dayı’sı bizden fazla üzülmüştü bu duruma…

Konuya nereden başlasam bilmiyorum ama dolu dolu geçirdiğim muhteşem bir günün hikâyesiyle daha huzurunuzda olacağım. Yeşildağ’ın tarihini, kültürünü; kasabanın yanı başında kendilerine koloniler kuran Leylek’lerin vadideki hayatını gözlerinizin önüne getirmeye gayret edeceğim. Yöremizde gördüğüm her şeyin; Kanatlı Medeniyeti, Su Medeniyeti ve Âdemoğlu’nun kurduğu medeniyetlerin hepsi, can damarımız Beyşehir Gölü sayesinde olmuştur diye düşünüyorum. Neden ‘SU MEDENİYETTİR’ denildiğine kafa yorarken, Beyşehir Gölü’ne ve tarihe bakmak gerek diyor; Yeşildağ’ın tarihçesiyle giriyorum konuya…

 Yeşildağ; şehirden uzak ama şehirlere taş çıkartan görüntüsüyle, yaşanılası güzel bir Toroslar Beldesi olarak insanın aklında kalabilecek bir yer. Bir yanı dağ, bir yanı göl; doğanın her türlü güzelliği başucuna ve ayakucuna serilmiş sanki. İnsanı cana yakın ve mütevazı. Geçimi tarım, bilhassa hayvancılık ve balıkçılıktan sağlanan Yeşildağ’ın dışarıda da hatırı sayılır bir nüfusu var. Yurt dışından başka, İzmir de Yeşildağlı’nın Avrupa’sı gibi olmuş adeta. Çok başarılı işadamları çıkarmış bu beldenin insanları. Tuttukları her işte, özellikle ticarette kendilerini ispatlamışlar. Ekmeğini dışarıda kazanmayı kafasına koyan herkesin ilk aklına gelen yer İzmir olmuş. Sadece Yeşildağlı değil, İzmir’de hatırı sayılır bir Beyşehirli nüfusunun meydana geldiğini kamuoyunda duyuyor, öğreniyoruz. Konyalılar olarak kurdukları dernek ve vakıflarla, birlik-beraberlik günlerinde hepimizin göğsünü kabartıyorlar. Dışarıda olmayan, şuan kasabada yaşayan Yeşildağ insanının birinci sırada sayılabilecek işi hayvancılık. Hem küçükbaş hem de büyükbaş hayvancılıkta oldukça iyiler; beş bin baş sığır ve bin beş yüz baş keçi ve koyun varlığına sahipler. 100-150 hane balıkçılıktan hayatını kazanmaya çalışırken, dokuz bin dekar alanda tarım yapan çiftçinin en fazla yetiştirdiği ürün buğday, arpa ve değişik sebzelerden oluşuyor. Yan gelir için arıcılığa yatırım yapanlar da var. Ayrıca kasabada görev yapan ‘Targel’ personeli Sadi Bey de yem bitkisi ekilişi ve Amerikan Beyaz Hindisi yetiştiriciliğine öncülük edip, üreticinin yeni gelir kapısına kavuşması için çaba sarf ediyor… Bu günün Yeşildağı’ndan görünenler bunlar.

 Dünün Yeşildağı hakkında bilgisine başvurduğumuz insanların anlattıklarına girmeden önce, Pala Dayı için birkaç cümle etmek istiyorum. Misafirperverliğini, cömertliğini anlatmaya gerek yok; yörede kendisini tanımayan yok sanırım. İlk bakışta “İşte Anadolu insanı bu” dedirten bir yaklaşım sergiliyor insana. Açık sözlü bir adam; bilgisine başvurduğum her konuda samimi ve net cevaplar verdi. İyi ki tanımışım dediğim, dağ gibi babayiğit bir belediye başkanı olarak hafızamda yerini aldı. Beldesi için, Leylekler Vadisi için, yörenin turizme açılıp kazandırılması için çok gayretli ve istekli olmuş. Tanıtım için her yolu denemişse de hevesleri solmuş sanki. Zira Bursa Karacabey’de ’11. Avrupa Leylek Köyü’ ilan edilerek literatüre giren Eski Karaağaç Köyünden çok daha görkemli bir vadiye ve koloniye sahip oldukları halde, bu durumu değerlendiremediklerini söyledi. Leylekler Vadisi için bir kuş gözlem kulesi talebine bile beklediği yaklaşımı görememiş. Belediyenin kendi imkânlarıyla, Leyleklere Ardıç ağaçlarının tepelerine yuvalar yapmışlar, afiş ve broşürler bastırıp tanıtım faaliyetleri yürütmüşler… Güzel bir niyetle çıkılan her yolda, çekilen hiçbir emek boşa gitmez değerli başkan; inşallah dilek ve temennilerinize cevap bulursunuz bir gün…

 Yeşildağ; 1955 yılında ‘Belediye’ statüsü kazanmış büyük bir yerleşim alanı. Yedi tane mahallesi var. Eski adı ‘Kaşaklı’ olup, doğru telaffuz edildiğinde ‘Kaşı Aklı’ şeklinde söylenirken, bir orman mühendisi tarafından ‘Yeşildağ’ ismi verildiği kayıtlarda geçiyor. Güzel de bir isim ama tam yeri geldi, burada yer adları hakkında düşüncemi paylaşmak istiyorum. Kasabanın aksaçlı insanlarından, kaynaklardan ve belediye başkanından derlediğim bilgilerin ışığında, o gün yaşadığımız ve gördüklerimizle parçaları bir araya getirdiğimizde görüyoruz ki; buralarda yurt tutanlar, Yörük ve Türkmen adıyla anılan Oğuz Boylarının mensuplarıdır. Atalarımız, köyünün-kentinin adını koyarken; çocuğuna, torununa adını verirken mutlaka unutulmasını istemediği bir nedeni vardır!

 Bu sonuca nasıl vardığımızı anlatmak için bir örnek vereyim; Kasabayı ilk kuranların büyük bölümünün ‘Bayındır’ Köyünden gelmiş olması, büyük mahallelerden birinin adının ‘Salur’ olması ve komşu kasabalardan Akçabelen’in adının da ‘Çetmi’ olması, kanaatimizi güçlendiriyor. Çetmi’nin doğrusu, Oğuz Boy Teşkilatındaki adıyla ‘Çepni’ olarak telaffuz edilir. Dilimizde harf düşmesi veya yer değiştirmesi çok yaygın olsa da ne anlama geldiği bilinir. Hafızamızın diri kalması açısından, atalarımızın adını koyduğu yerlerin yeni isimlerle değiştirilmesine gönlüm razı olmuyor ama elden ne gelir?!

 Konunun devamında yarın, Leyleklerin hikâyesiyle karşınızda olmayı sürdüreceğiz. Okuyucuma veda ederken; 30 Ağustos Zaferinin kutlu yıldönümünde milletimizin değerli evlatlarına iyi anlatılması dileklerimle, aziz şehitlerimizin ruhu şad olsun…

 30.08.2013

 M.Yavuz ÇOLAK

 

Yeşildağ’ın tarihçesi hakkında, kaynak taramalarımdan elde ettiğim bilgilerden kısa bir özetle başlayarak, konumuza kaldığımız yerden devam edelim.

 Faruk Sümer’i kaynakça gösteren yazılarda, Osmanlı’nın iskân siyasetine de uyularak on altıncı yüzyıldan itibaren Konargöçer Oğuzların yerleşik hayata geçmeye başladığı bildiriliyor. Kaşaklı’yı meydana getiren ilk iki mahallenin de Çay ve Salur olduğunu öğrendik. Daha sonra, Belediye olma aşamasını tamamlayan yerleşim alanında teşekkül eden mahalle sayısı yediye çıkmış. Böylece yöresinin en büyük yerleşim alanlarından birisi olmayı başarmış. Hem Anadolu Selçukluları döneminde, hem de Roma ve Bizans, hatta daha eski çağlarda yerleşim alanı olarak önemli bir merkez olduğunu ortaya koyan birçok tarihi mekân var çevrede. Bölgenin muhteşem manzaralar sunan tabiat güzelliğine bakıldığında anlaşılıyor ki, her devirde insanı cezbetmiş yerler buralar. Çok eski devirlerde Akdeniz’e, Antalya ve yöresine geçiş güzergâhında olması da tarihi değerini artırıyor ayrıca. Yörenin değerine değer katacak yeni yol çalışması tamamlandığında, bir buçuk saatte sahile inilebilecekmiş…

Kasabanın geçmişini iyi bilen bir bey amcaya rastladık günün sonunda. Yusuf Demircioğlu, Yeşildağ hakkında bilgisine başvurduğumuz canlı bir tarih adeta. Sadi Bey’in evinde, kahve molasında günün yorgunluğunu atarken, Yusuf Amcamızı soru yağmuruna tutup epeyce bilgi almıştım. Pırıl pırıl bir hafızaya sahip olduğunu, sorularımıza verdiği cevaplardan anlamıştık. İlk yerleşmeyi Bayındır Köyü mensuplarının başlattığını kendisinden öğrendik. Eski büyük sülalelerin tamamını biliyor; ilk Avrupa’ya gidenlerden olmasına rağmen kültüründen, çocukluk anılarından hiç kopmamış.

1968-69 yıllarında yaşanan afat sonucunda, arazilerini su bastığı için Yeşildağ İnsanına Almanya kapıları açılmış. Yusuf Bey Amca, emeklilik hayatının büyük bölümünü memleketinde geçirmekten çok mutlu; vatan hasretine dayanmanın zorluğunu öyle güzel cümlelerle ifade etti ki, insanın toprağı, bayrağı dönüp dönüp öpesi gelir. Fakat insanlar artık doğduğu yerde değil, doyduğu yerde olmak zorunda, istesek de istemesek de durum bu. Tabi ki, yurt dışı gelir kapısının açılması beldeye çok şey katmış; etrafınıza baktığınızda, bunu anlamak zor değil. Düşündüm de, Beyşehir Gölü’ne: “Ey bereket pınarı; sen topraklarını bastığın yere bile rahmet olmuş, insanların kaderini değiştirmişsin” diyesim geldi…

Sözü artık vadideki hayata, Yeşildağ’ın kadim dostları ‘Hacı Babalara’ getirme zamanı geldi. ‘Hacı Babalar’ söylemi beni çocukluğuma götürürken, yeni sürülmüş tarlalarda solucan toplayan Leylekler gelir gözümün önüne. Neden Hacı Baba denilir? Diye merak eder büyüklerimize sorular sorardık hep. Pek doyurucu cevaplar alamasak da, kutsal bir varlık olduğuna inanır, rahatsız edilmemeleri gerektiğine hükmederdik. Meğer onlar hep göç esnasında Mekke’den; Kâbe’nin olduğu mübarek beldelerden gelip geçermiş ve Anadolu’da bu yüzden ‘Hacı Leylek ya da Hacı Baba’ diyerek kutsanırmış. Göçmen bir kuş türü olan Leylekler, ilkbaharda ülkemizin çeşitli bölgelerine gelip yazı geçirdikten sonra, kuluçkada çıkardıkları yavruları da yetiştirip yanına alarak Afrika kıtasına göç ettikleri biliniyor. İşte bu mucize olayların gerçekleştiği adreslerden biri de, Yeşildağ’ın yanı başındaki Leylekler Vadisi’dir. Beldenin mezarlıklarının içinde yetişen dev ağaçların tepesinde, yan yana kurdukları bir sürü yuvayla öyle bir seyir zevki sunuyorlar ki, gidip görmelisiniz. Halkla, mezarlıkta yatan merhumlarla iç içe bir hayat sürüyor vadide.

Biz vardığımızda yuvalar boştu, daha göçün başlamadığını duyuyorduk fakat geç kalmışız! Belediye Başkanı ve halktan bilgi alırken, ilginç hikâyeler arıyordum. En ilginç olanlardan biri; göç yaklaştığında bir bölgede toplanmaya başlayan kuşların yavrularına bir süre talim yaptırdıktan sonra hep birlikte havalanıp, kasabanın üstünde defalarca tur attıklarını, vedalaşır gibi feryat-figan sesler çıkararak sanki tavaf yapar gibi turu tamamladıktan sonra çok yükseklerden uçup gittiklerini söylediler. Yine ilginçtir, bazı yuvalarda yavrulardan birini bazen aşağı attıklarını görmüşler, yavruyu tekrar yuvaya çıkarıp bırakmaya çalışanlar olmuş, ama nafile tekrar atmışlar! Hatta bir dönem polis emeklisi birinden söz ettiler; yuvadan atılan bir yavruya bir yıl bakıp, ölümden kurtardığını anlattılar. Sevdiklerinden, ailesinden umduğu yakınlığı göremeyenlerin kendilerine neden ‘Leyleğin Yuvadan Attığı’ gibi bir yakıştırmada bulunduğunu kavramıştım!

Hem dünya da hem kendi kültürümüzde önemli bir yeri vardır Leyleklerin. Bir masal kahramanı olarak, anlatılması güç konularda insanların imdadına yetişen bu gizemli kuşların, her zaman insanın merakına mucip olması doğaldır. Aileye yeni katılan bir üyenin nasıl geldiği, küçük bir kardeşe izah edilmesi güç bir konudur her zaman! “Leylekler getirdi!” deyimini sadece bizim kullanmadığımızı, küçük bir internet taraması yaparak öğrenebildim. Bu söylencenin başka ülkelerde de kullanıldığını dile getiren, Marvin Morgalis adındaki bilim adamı: “Çocuklarda cinselliği ve doğum olayını konuşmanın getirdiği rahatsızlık duygusunu aşmak için başvurulan bir yol” olduğunu belirtmiş. Bir başkası, Carl Jung da: “Leyleğin saflığı temsil eden beyaz rengi, bebekleri taşıyacak kadar büyük olan cüssesi ve Cennet ile Dünya arasında uçuşu temsil edebilecek kadar yüksekten uçabilmesi nedeniyle seçilmiş bir kuş olduğunu” söylemiş…

Yerim daraldı ama yazmalıyım; Serçe, Leyleğe müracaat eder… “Yuvam tehlikede, başıma bela olan Yılandan beni kurtar!” der… “Tamam” der Leylek… “Sen de beni, yuvama musallat olan Karıncalardan kurtarırsan!”

Hiç kimse; boyuna-posuna, makamına-mevkisine bakıp da ‘Ben kimseye muhtaç değilim’ sanmasın..!

31 Ağustos 2013

M.Yavuz ÇOLAK

Facebook'ta Yayınla>
Soru / Yorum Eklemek İçin Tıklayınız
..:: Sorular / Yorumlar ::..
Henüz yorum eklenmemiştir. Yorum Eklemek için Tıklayınız.
Ne? nedir? Nasıldır? Nasıl yapılır? Ne zaman yapılır?
Copyright - Tarım Kütüphanesi - 2007