Torosların doruğunda, ilginç yerleşim şekliyle Sorkun Kasabası
Yavuz Çolak
Vet. Sağ. Tek.

Torosların bağrındaki vadilere gizlenmiş güzelliklerin simgelerinden birine, Sorkun’a giderken...

Bozkır İlçemizden, Torosların kabine giriyormuş gibi, Çağlayan ve Dere kasabalarının da içinde yer aldığı kanyonda ilerliyoruz. “Amerika’nın büyük kanyonu varmış, bana ne” diyorum içimden yemyeşil bir tünelde derinlere daldıkça güzellik artıyor, yukarılara, yamaçlara bakınca kayaların arasından dalbudak salmış çeşit çeşit ağaçlar ve gökyüzü insana gülümsüyor sanki. Dere’yi geride bıraktıktan sonra vadi içindeki sebze bahçelerine dalıyoruz. Yeni çıkmış fasulyeler, patatesler ve dikimi yapılan domates, biber fidelerinin aralarını çapalayan, fidelerin boğazlarını dolduran insanları görüyoruz. Yüzlerce, binlerce parçalara bölünmüş, teraslanmış bir yada yarım evlek bahçelerde yoğun bir faaliyet var. Hormonlar, zirai ilaçlar, fenni gübreler avuç dolusu para ödeyerek aldığımız tatsız- tuzsuz sebze ve meyveler aklıma geliyor hemen. En doğal, en halis, en leziz yerli sebze ve meyvelere, yani yaz aylarının bereketine yakında kavuşacağız inşallah.

Sorkun’a vasıl oluyoruz. Her yerde olduğu gibi belediye hizmet binasına gidiyoruz önce. Belediye Başkanı Sayın Ahmet Uyar’ın misafiri oluyoruz ve tanışıyoruz. Cana yakın, atak ve esprili birisi olduğu hemen anlaşılan Ahmet Başkan’la uzun bir sohbete girdik. Biz sorduk O anlattı. Doğal, Sorkun ve yöresinin kültürel kimliğinin tam bir temsilcisi olarak, yöresel aksanı ile Anadolu insanının çilekeş hayat kavgasını anlattı bize.

1500’lü yıllarda yerleşim birimi olduğu kabul edilen, oldukça köklü ve eskiye dayanan tarihçesine ait bilgilerde, Anadolu’daki Oğuz boylarını oluşturan oymaklardan, mensubu oldukları “Sorku” aşiretinden olanlar buralara yerleşmişler ve kasabaya bugünkü adını da koymuşlar. Günümüzde son nüfus sayımına göre 2125 kişinin yaşadığı, Bozkır İlçemize bağlı, ilimize 145, ilçeye 15 kilometre uazklıktaki Sorkun; Çarşamba ve Güney adıyla iki mahalleden oluşan, Aşağı Sorkun, Tuzla, İsalı, Kozlu, Orta Mahalle, Toplar Çolaklar ve Kızılçalı ismiyle anılan küçük yerleşim kolonilerinin oluşturduğu vadi içine serpiştirilmiş küçük mahalle birimleriyle geniş bir alana yayılmış bir kasabamız. Fotoğraf çalışması için yukarılara, Karacahisar- Aygır istikametine doğru çıkıyoruz. Yamaçtan yolun her dönemecinde görüntü farklılaşıp, karşımıza yeni bir mahalle beliriyor ve aklıma ‘Saklıkent’ adı geliyor ve kendimce bu beldeye bu ismi yakıştırıveriyorum. Eşsiz doğa güzelliklerini yudum yudum seyrediyoruz, yüzlerce resim çekiyoruz. Yeşilin ne kadar çok farklı tonu olduğunu farkediyoruz. İlkbaharın en coşkun olduğu bir dönemde, kaynak sularının çağladığı çeşit çeşit dağ çiçeklerinin açtığı arıların peteklerini örüp, bal doldurduğu bu dağ başında unutamayacağım bir günün anılarını ekliyorum belleğime...

Başkan’a soruyorum, “Sayın Başkan tarla yok, sebze bahçeleri dışında, hayvancılık bitme noktasına gelmiş, meyvecilik- bağcılık yokolmuş, orman içi olmasına rağmen ekonomik faydalanma yok, kısaca sorun çok ama tabiat güzellikleriniz harika, oksijen bol, peki insanlar ne yer, ne içer, ne ile geçinir burada?” Tahmin ettiğim cevap geliyor tabi, “Gardaşım memleketimiz gerçekten güzel, lakin güzellik garın doyurmuyor ki. İnsanın burada ömrü uzar tabi, geçim gailen yoksa, kısaca paran varsa burada yaşanır arkadaş. Amma velakin benim köylüm yazaltıay dışarıda büyük şehirlerde seyyar satıcılık, tarım işçiliği yaparak ekmeğini söke söke taştan çıkardığı için bu duygular bizim için ikinci planda Kalmaktadır. Bugün çocuklarımız, gençlerimiz ömrünün baharında gurbetçilikle tanışır. Tahsil yapıp kariyer edinmek şartlar gereğince farklı bir tercih olmaktadır. Bütün bunlara rağmen insanımız kadercidir, kanaatkardır, devletine ve milletine asi değildir. Çalışır, çabalar karnını doyurur, duruşunu bozmaz...”

Beldede ekmeğini dışarıda aramanın dışında faaliyet alanlarını, tarımı- hayvancılığı soruyoruz, kooperatifleşme çalışmaları var mı? Ününü bildiğimiz “Bozkır çikolatası” da denilen tahin üretimini soruyorum.

“Tarım yok” zaten diyor Sayın Başkan. “Çünkü arazi yok. Gördüğünüz bahçelerde halkımzın kendi ihtiyacını gördüğü sebzelikler var. Patatesimiz, yani gumpirimiz meşhurdur yörede. Herkes kendi ihtiyacı kadar patatesini, domatesini, fasulyesini ve diğer sebzelerini karşılayabildikten sonra fazlası olursa yerel pazarlarda satılır. Hayvancılık bizim burada birinci geçim kaynağımızdır. 1500 baş koyun bir o kadar da keçi ve 2500 baş kadar da yerli ırk sığır mevcudumuz kaldı. Bunun 50 baş kadarı kültür ırkı süt ineği diyebiliriz ve evlerde bakılır, sığıra sürülmez. Yaylacılık kültürümüz sürdürülüyor. Keklicek, Sorkun ve İsalı adında üç tane yaylada hayvancılık faaliyeti devam eder. Tahine gelince; beldemizde iki tane şahıs işletmesi üretim birimi var, bu konu ile ilgili teknik bilgileri işletmecilerinden öğrenebiliriz” deyip, bizi atölyelere ve belde içine götürdü Ahmet Başkanım. Konu ile ilgili bilgileri aldığımız Ercan Göktepe ismindeki genç girişimci bir arkadaşla tanıştık, diğer atölyeye de uğradık ancak ölü sezon diyebileceğimiz bir döneme rastladığı için işletme kapalıydı. Ercan kardeşimizden öğrendiklerimize göre; atadan- dededen gelen mesleğe sahip olduğu, su değirmenlerinde eski teknoloji ile günümüze kadar ulaşan üretim sürdürülüyormuş. “Neden eski teknoloji?” dediğimizde,” elektrikten ve yeniliklerden faydalanıyoruz, ayrıca hijyen ile ilgili kuralları yerine getirerek üretim yapıyoruz. Ancak kendimize özgü doğal yapımızı değiştirmeden, yani dedemin ürettiği tahini bugün ben de aynı tadında ve kıvamında üretiyorum. Aynı su değirmeninde, aynı teknolojiyi kullanarak. Bozkır yöresine bu mesleğin yerleşmesine ilk öncülük edenler bizim atalarımız olmuştur. Deyim yerindeyse bu işin icatcısı Sorkunlulardır.” iddiasındaki Ercan kardeşimizden yıllık 50 tonluk üretim kapasitelerinin olduğunu, Konya başta olmak üzere, İstanbul, İzmir ve Antalya illeri en büyük pazarları olmuş. Tahinin çıkarıldığı susamın önemine de değinen işletmeci, Manavgat ve yöresinin susamından başka hammadde kullanmadıklarını, çünkü çok daha ucuz olmasına rağmen ithal susamlar yahut başka bölgelerin susamlarının kaliteyi düşürdüğünü belirterek, maliyeti artırsa da kaliteden ödün vermediklerini özellikle vurguladı. Düşündüm, Torosların arka yüzünde susam, bu yüzünde tahine dönüşüp, bir ekonomik değere dönüşüyor. Yüce Yaradan kulu kula nafaka sebebi kılarak, rızık veriyor. “Mevlam neylerse güzel eyler” deyip, yeniden Ahmet Bey’e dönüyorum.

Beldenin sorunlarını anlatmaya devam ediyor. Yerleşim planı gereği oldukça dağınık bir yapıya sahip olan Sorkun’da özellikle yol, su ve diğer belediye hizmetlerinin ulaştırılmasında kıt imkanlar da düşünülürse zorlandıklarını, kasabada içme suyu sorunu olduğu, özellikle dağıtım şebeke ağının olmadığını, bu sorunu çözmek için saniyede 7-8 litre kapasiteli, kaliteli içme suyu kaynağını bulduklarını, ancak 800 milyarı aşan keşif bedeli, projenin kaynak sorunu nedeniyle hayata geçirilemediğinden yakındı. Kooperatifleşme konusunda da halkın duyarsız davrandığını, hayvancılıkta giderek gerilemenin, yoksulluğun, garibanlığın elini kolunu bağlayan sebepler olarak sıraladı hep. Meyveciğili soruyorum., “Bak kiraz Hadim’i kurtardı gitti, sizde neden olmasın” dedim. Bu defa da arazi yapısının toprak kalınlığı seviyesinin bu işe elverişli olmadığını öğrendiklerini iletti. “Arıcılık...” diyorum. İdeal bölge olduğunda mutabık kalıyoruz, ancak “Bunun için istek, gayret ve imkan, ayrıca bilinç olmalı” diyor. Üç gezgin arıcıları olduğunu, 60- 70 kovan kapasiteli bu arıcıların gelecek için umut olmasını diledik.

Belediye Başkanı ile personelden Ali özen öğleden sonra bizi gördüğüm ender yerlerden biri olan Aygır adıyla anılan, yörenin en ünlü piknik alanına götürdüler. Güzelliğini tarif edemem. Gidip, görmeyi öneriyorum. Nutkum tutuldu gördüğüm manzara karşısında inanın. Koca dağın yamacından koskoca dere fışkırıyor. Suyun çıkışı şelale gibi beyaz çağlayan oluşturmuş, etrafında çeşit çeşit ağaçlar en koyu yeşili kucaklamış gökyüzüne ulaşmaya çalışıyor sanki. Bizi burada misafir edip, konukseverliklerini esirgemeyen Sayın Başkan’a ve şahsında tüm Sorkunlulara selam ve saygılarımızı sunuyoruz.

İçimizi yakan, çok üzüldüğümüz bir konuyu nakledip, huzurunuzdan ayrılayım. Tarif etmeye çalıştığım o eşsiz güzellikteki dağlarda hızla yayılan ve iğne yapraklılar dediğimiz çam türlerine musallat olarak kurutan bir hastalık çok hızlı yayılmış Toroslara. özellikle ladin ağaçları çok uzaklardan seçiliyor. Tepeden başlayarak tabana doğru kuruyan, kıpkızıla boyanmış ağaçlara tüm orman ağlıyor sanki. Tez elden bir çare bulunsa da, ormanlarımız bu illetten kurtulsa inşallah.

Minnettarlığımızı ve muhabbetlerimizi iletiyoruz bir kere daha Sorkun’a... Her şey gönlünüzce olsun.

Facebook'ta Yayınla>
Soru / Yorum Eklemek İçin Tıklayınız
..:: Sorular / Yorumlar ::..
Yazan : ibrahim uyar
Yazılış Tarihi : 14.04.2010
  ağzına diline sağlık kardeşim.orman bölge müdrlüğünün çamlara zarar veren hastalıktan haberi varmı merak ediyorum
Cevap vermek için tıklayınız...
------------------------

Soru veya Yorum Eklemek için Tıklayınız



Bu konuyla ilgili tüm soru ve yorumlar girmek için tıklayınız.



Ne? nedir? Nasıldır? Nasıl yapılır? Ne zaman yapılır?
Copyright - Tarım Kütüphanesi - 2007