OCAKLI’DAN TAŞAN GÜZELLİKLER. M.Yavuz ÇOLAK

Selamlar, saygılar değerli dostlarım. Bugün sizlere Tokat İlimizden, Pazar İlçesine bağlı Ocaklı Köyünden seslenmeye çalışacağım. Köylerin adı her ne kadar ‘Mahalle’ kavramının içine sıkıştırılsa da alışamadım ben. Dilimizde köy deyince başka, mahalle deyince başka bir şey anlaşılıyor çünkü.

Her zamanki gibi en çok sevdiğim işi, memleketimizi gezip görmek, insanlarımızı tanımak ve tanıtmaktan büyük keyif alıyorum. Uzunca bir zamandır Amasya merkez olmak üzere civar il ve ilçeleri de içine alan ‘Danişmentli’ topraklarında, tarihi mekanları da gezip sizler için derlediklerimi yazmak istiyorum.

Danişmentliler; Anadolu Beylikleri döneminde Sivas, Tokat, Amasya, Yozgat ve Kayseri illerini içine alan, hatta Malatya’nın bile bir kısmını dahil edebilirsiniz, çok geniş bir bölgenin sahibi olarak yüz yıla yakın hüküm süren güçlü bir beylikti. Anadolu’da birliği sağlayarak devlet kuran Anadolu Selçuklularına Kılıç Aslan döneminde katıldılar. Onların gözüyle şimdi topraklarında gezer iken tarihi de yaşıyorum yeniden.

Uzun bir yazı olacak gene, meraklısı okur nasılsa diye detayları atlamadan konuyu enine boyuna yazacağız. Önce bunları yazmama vesile olan kişiyi tanımanızı istediğim için onunla başlamak istiyorum.

‘Efendi Çevik’ adına yakışan, mütevazı cana yakın, gerçekten efendi bir adam. Ben de yeni tanıdım onu ve daha dün konuğu olarak memleketinde ağırladı bizi. Ortak dostumuz bir kardeşimden onun hakkında duyduklarım sayesinde gıyaben kendisini tanıyor gibiydim zaten.
Tokat’ın Pazar İlçesinde hatırı sayılan bir esnaf Efendi Çevik. Şu an üçüncü kuşağın içinde çalıştığı, baba-oğul birlikte çalışma geleneğini sürdürdükleri; şimdiki adıyla et ürünleri, halk diliyle ve eski adıyla kasap dükkânı işletiyorlar. Efendi abimiz kasaplık mesleğine yedi yaşına basmadan babasının çırağı olarak başlamış. “Eve sekerek gelir giderdim, çocuktum daha” diyerek başladı anlatmaya. “Şu an gözü kapalı, dört dakikada küçükbaş bir hayvanı keser yüzer, temizleyip müşteriye teslim ederim, mesleğe 45 senemi verdim.”

Duvarda fotoğrafı asılı merhum babasını göstererek; “Her şeyi, ticaret ahlakını, insan kıymetini, hayvan sevgisi ve onlara merhameti babamdan öğrendim. İmtihan dünyasındayız, kazanırsın kaybedersin, ticaretin ve esnaflığın içinde bunların hepsini gördüm ama toplumda insanın yerini belirleyen bir tek değer yargısı var o da itibar. Eğer itibarın varsa toplum içinde sonsuz saygın, her konuda kredin var; itibarını yitirirsen paranın, servetin, adamlığın kıymeti kalmaz!”

Canlanıyor gibiydi anıları, gözleri buğulanıyor, boğazı düğümleniyordu babasını hiç dilinden düşürmediği bazı konularda. Ömrünün son deminde İstanbul’a gönderirken babasına veda edişini, helalleşmesini anlatırken bende iki damla göz yaşımı gizlemeye uğraşıyor, göz göze gelmemeye çalışıyordum. Ve bunları niçin yazıyorum biliyor musunuz? Bir evlat için ana baba sırtını yasladığı bir dağdır benim gözümde. Babasından aldığı dersler ona rehberlik ediyor şimdi, o da oğlu Abdullah’a kol kanat germiş belli ki. Öyle güzel bir baba oğul ilişkisi var ki aralarında, gözleriyle bile anlaşıyorlar. Birtakım badireleri o sevgi saygı bağıyla, itibar diye tarif ettiği ata mirasıyla aşmışlar ve şu an imrenilecek seviyeye çıkarmışlar.

Anadolu’da Ahiliğin temellerini oluşturan ahlaki değerleri hatırlattı bana Efendi Abi. Yaptıkları ve söyledikleri örtüşüyor, emek ve alın teri ile helal kazanmanın şifrelerini verir gibi o anlattı, örnekleriyle gösterdi biz de can kulağıyla dinledik, belleğimize kaydettik. Çok sıkıntılar çektiğimiz bir devir yaşıyoruz ama şahit olduklarım yine de umut verdi; eğer dürüst esnaf ya da tüccar var ise, üretenimiz hâlâ direniyorsa ve ahlakımız bize hakimse selamete çıkarız…

Efendi Abimiz Tokat Kebabıyla bizi tanıştırdıktan sonra komşu esnaflardan tamamı yerli ürün üzüm çeşitleri ve karpuz aldı ve emektar pikabıyla öğleden sonra yola koyulduk. Güney doğu istikametinde Pazar sokaklarından çıkıp dağ yamaçlarına doğru tırmanmaya başladık. Bizi köyüne, Ocaklı’ya ve işyerine adını verdiği Ak Dağ’a çıkarıyordu. Eskiler ‘Ağ Dağ’ derlermiş bu dağa, Tokat’ın en yüksek ikinci zirvesi konumunda 1900 metre rakımlı yüce bir tepe. Yukarı doğru çıktıkça ağaçlık, fundalık yoğunlaşıyor; yeşilin her tonuna son baharın sararan ve kızıla dönen renkleri eşlik etmeye başlıyordu. Karadeniz’e göre bodur ama İç Anadolu’ya göre oldukça gür meşe çalısı ağırlıklı envai çeşit ormanlar beni büyülemeye başlamıştı. Aşağıda geniş düzlüklerinde öbek öbek kavak söğüt ağaçları ile meyve sebze bahçeleri ve tarlaların sıralandığı meşhur ‘Kazova’ tüm ihtişamıyla ortaya çıkmaya başlamış, ikindi güneşiyle çok güzel manzaralar sunuyordu. Tokat Turhal arasında, verimli topraklarını Yeşil Irmağın suladığı tarihi özellikleri olan bir havza Kazova. Tokat’ın özgün tüm meyve ve sebzeleri yetişiyor burada fakat asıl güzellikler ve sürprizler sanki yukarıda Ocaklı’da saklı gibiydi. Ovadan yukarı doğru tırmandıkça yamaçlar ve dere yataklarında görkemli, bakımlı sebze bahçeleri seçilmeye başlanmıştı. Domates, taze fasulye ve barbunya ağırlıklı bir ürün dokusu vadilere hakimdi. Arı kovanları sıralanmış yamaçlar, çadırlı hayvan barınaklarının araya serpiştirildiği, çalışanların ve üretenlerin bir araya geldiği bereket pınarı gibiydi.

Sebze yüklenen bir tırın yanından geçtik. Ankara, Samsun ve yakın illerde ünlü alışveriş merkezlerine günlük sebze yollanırmış buradan ve Ocaklı Köyünün ürünlerini tüketiciler özellikle tercih edermiş. İsmi Murat olarak aklımda kaldı, barbunya üreticisi bir çiftçiyle ayaküstü sohbet ettim, neden sizin ürünleriniz tutuluyor dedim Kazova’yı gösterip “Orayla bura bir değil, yayla burası, havası suyu lezzete yansır tabi ki” dedi. Memnun musun, kazanıyor musun dedim; “Eskisi gibi değil, maliyet arttı, hastalıklar çoğaldı ama gene de şükür halimize” dedi. Gani gönüllü, zor şartlarda gecesini gündüzüne katan, helal kazanan bu insanlarımızın değerini bilmeliyiz. Ellerinden öpüyorum hepsinin.

Bizi Ak Dağın ayak ucuna kadar çıkardı Efendi Abim, tepelere doğru bitki örtüsü yok olmuş, başı dumanlı dağların biz fotoğraflarını çekerken o eski hatıralarına dalıyor gibiydi. Arabayla çıkıla bilecek en yüksek zirveye vardığımızda pikabın kasasında açık havada olanlar donduk demeye başladılar. Geri döndük ve asıl doğa harikasına, Ocaklı Şelalesine vardık. İnanılmaz, anlatılmaz yaşanır cinsten bir yerdi burası. Billur gibi suların gür ağaçlarla kaplı bir uçurumdan aşağı süzülüşü, devasa ceviz ağaçlarıyla kaplı bir dere yatağının arasında saklambaç oynayarak kayıplara karışmasını hayran hayran seyrettik. Burada gördüğüm bir ceviz ağacı var ki; fotoğraf karesine elli metre öteden sığdıramadım inanın, sahibi olduğunu öğrendiğim teyzeye yaşı biliniyor mu bu cevizin diye sordum “büyüklerimiz iki asır derlerdi” diye cevap verdi. Tescil edilip korunmaya alınması ve tanıtımının yapılması gerekir bence. Önünde piknik alanı olarak ayrılan yerde, bu ceviz ağacının dalına ağaç merdivenle çıkılan terasta üzüm, karpuz ve cevizleri iştahla yedik. O lezzetler Anadolu Topraklarından taşan ve bize sunulan Allah vergisi nimetlerdir ve bu cennet vatanın kıymetini bilmeyenler ise namerttir. Orada bir kere daha dua edip şükrettim vatana millete.

Teşekkürler Efendi Abim, Allah gönlünün muradını versin. Seni, memleketini tanımaktan ve tanıtmaktan onur duydum…

18 Eylül 2019

M.Yavuz ÇOLAK

Facebook'ta Yayınla>
Soru / Yorum Eklemek İçin Tıklayınız
..:: Sorular / Yorumlar ::..
Henüz yorum eklenmemiştir. Yorum Eklemek için Tıklayınız.
Ne? nedir? Nasıldır? Nasıl yapılır? Ne zaman yapılır?
Copyright - Tarım Kütüphanesi - 2007